LAFONTANE MASALLARI

LA FONTEN’DEN MASALLARI
. 62

LA FONTEN’DEN MASALLARI

Bir Ressam. Bir Aslan

Ressamın biri, yaptığı resimlerini sergiliyormuş, Öyle bir kalabalık varmış ki sergide! İnsanlar sergi­deki resimleri inceliyorlarmış. Sergiyi gezen kalaba­lık tarafından en beğenilen resim de aslan ile avcı resmiymiş. Bu resimde, koskoca aslanı yere yatırmış ufak tefek bir avcı varmış. Avcının elinde tüfeği var­mış; üstelik bir ayağını da aslanın üzerine basmış. Avcı, resimde öylesine gurur doluymuş ki sormayın gitsin!

Sergideki insanlar resmi dikkatli bir şekilde ince­lerken, resimdeki aslan birdenbire dile gelmiş, ko­nuşmaya başlamış:

"Oof, of!" demiş, "Kadere bak! İnsanoğlu yapın­ca böyle görünürüz tabii! Yalanla dolanla yapılırsa bir resim, böyle olur işte! Aslında böyle bir şey ne ol­muştur, ne de görülmüştür; gelecekte de olamaz! Bizlerden, yani aslanlardan bir ressam çıkacak ol­saydı eğer, size tastamam doğrusunu çizerdi; böy­le yalanı dolanı değil!" diyerek kükremiş.

Çiftçi İle Oğuuarı

Çiftçi bir gün tarlada, anlar öleceğini,

Üç oğlunu, çağırır ve der ki:

Bir altın madeni, bu topraklar.

Değerini bilin, size kalan mirasın.

Hazineyi içinde saklar, ama bulmak zor,

Çünkü sırrı anlatan ne bir taş var, ne kazık.

Cesaret! Talih sizden yana;

Akıllı olursanız, bütün kapılar açık.

Benden size nasihat, taşa toprağa dokunun,

Her karışını defalarca kazın.

Çiftçi ölür az sonra.

Elde kürek, kazma, bel;

Oğullar, olurlar tek bir el.

Kızgın güneş altında.

Bütün tarla taranır,

Aylar geçer aradan,

Hâlâ altın aranır.

Ne yazık ki, bulunamaz altın!

Düşünerek yarını, gayret veren baba,

Ölümünden sonra ulaşır amacına.

Emek verilen topraklar, mahsul vermiştir.

İleri görüşlü ihtiyar, düşüncesinde haklıdır,

İnsan için hazine, çalışmada saklıdır.

Karga İle Güvercinler

Karga, konmuş bir dala,

Gaklar, keder içinde.

Der ki, bizim budala:

Yaşar refah içinde,

Bir güvercin taşır taç;

Ne dertlidir, ne muhtaç.

Ne ona atarlar taş.

Güzel kafesine kurulur.

Bizi küçük görür, taşlarlar;

Az ötsek göze batar;

Bozarlar, yuva yapsak.

Karga, başlar coşmaya;

Hayal peşinde koşmaya.

Bir anda başkalaşır;

İyimser bir his taşır:

Üzülmekte haksızım.

Güvercinden yok farkım.

Rastık çeker kaşıma.

Süzgün, süzgün bakarım.

Başıma, tüyler takarım;

Tüylerimi boyarım.

Bir güvercin rengine;

Benzeyerek zengine.

Eğlenceye doyarım!

Karga takar takınır,

Mağrur mağrur bakının

Bakışları donuğu;

Bu acayip konuğu.

Güvercinler süzerler.

Gak! deyince sezerler;

Yeltendiği oyunu. Derhal karga soyunu, Kafesierinden atarlar.

Tüylerini yolarak.

Gagalanmış olarak,

Sürüsüne katarlar.

Soydaşları köpürüp:

Bizi üzersin, a sersem!

Aklar sürüp, kılık mı değiştirirsin?

Ne suç var karamızda?

Kalmadı tadın, tuzun.

İşi yok aramızda, senin gibi soysuzun!

Tilki İle Leylek

Bir gün tilki, leyleği davet eder yemeğe,

Sofrasına bin şahit lâzım, sofra demeye.

Kurnazlığı cimrinin, ikramından bellidir.

Sunar çorbasını, düz bir tabak içinde.

Bin şahit lazımdır, buna çorba demeye.

Gözlükle de aransa, bulunmaz bir şey.

Tilki, başlar yemeye;

Yalar tabağı diliyle.

Bayan leylek, uğraşadursun yemeye,

Belli ki, bu bir hile!

Kurarak öç almayı,

Günün birinde der ki, tilkiye:

Hep birlikte buyurun bana yemeğe,

Tilki, kibar sözlerle pot kırmaktan sakınır.

Ev sahibi leyleğe, nazik tavır takınır:

Dostlarımla birlikte, arzunuza uyarım,

Yaptığınız davetten, memnuniyet duyarım!

Gelir mis gibi kokular, ocaktaki bir etten.

En önde bay tilki, bayan leylek kolunda.

İşler artık yolunda!

Evdeki hesap, ne yazık ki uymaz çarşıya.

Aç tilkiler, hüsranla gelir karşı karşıya:

Uzun bir şişe içinde sunar leylek etleri,

Bir sürü aç oburun, seyre değer halleri,

Yalanarak bakarlar; ne el girer, ne burun.

Aç kalırım diyerek, leylek duymaz endişe.

İster kaplar sürahi, ister olsun bir şişe.

Boş dönmeyen gagayı derinlere daldırır.

Kolayca lokmayı boğazına kaldırır.

Tilkilere gelince, yemek olur bir afet.

Görmemiştir hiçbiri, böyle zalim ziyafet!

Kabahatini ortaya çıkarmak olur, şikâyet,

Tilki için önemli, ününü muhafaza etmek.

Dostları ve bay tilki, çaresiz yutkunurlar.

Kıstırarak kuyruğu, evin yolunu tutarlar.

Hile kötü rehberdir, gitmeyiniz peşinden.

Ders almanız mümkündür benzerinden.

Eşek Ve Sahibi

Eşek ve onun sahibi, köyden şehre doğru gidi­yorlarmış, Uzunca bir müddet yol almışlar; derken, sahibinin karnı fena halde acıkmış. Yakınlarda bir yerde bir su kenarı bulmuş ve kana kana su içtikten sonra dinlenmeye koyulmuş, Eşeği de otlaması için oradaki çayıra bırakmış.

Adam yemeğini de orada yemiş yemesine ama yemekten sonra üzerine öyle bir ağırlık çök­müş ki, olduğu yere yatıp derin bir uykuya dalmış.

Adam, uyurken rüyasında eşkıyaların gelip baskın yaptıklarını görmüş ve aniden uyanmış.

Telaşlı bir şekilde eşeğine:

"Yürü çabuk! Buradan hemen uzaklaşmamız lazım!" demiş,

"Neden kaçacakmışız?" diye üstelemiş eşek

anırarak,

"Görmüyor musun yahu! Eşkıyalar geldi! Bizi el­lerine bir geçirirlerse yandığımız gündür!"

"Bize ne yaparlar ki?"

"Beni son meteliğime kadar soyarlar! Param yoksa kıtır kıtır keserler,"

"Bana çifte semer vurmazlar mı?" "Niye vursunlar ki?"

"Gücümden fazla yük yüklemezler mi?"

"Niye yüklesinler?"

Eşek sinirli bir şekilde bağırmış:

"Daha ne o zaman? Ha eşkıyalar ha sen! İkiniz de aynı soyun adamlarısınız, Arada ne fark var ki? Benim için değişen hiçbir şey yok! O yüzden benim için hava hoş.., Sen, istediğini yapmakta özgürsün, Eşkıyalardan korkan sensin. Ben burada kalıyorum. Sonuçta, dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir,.."

Aslan İli Yaban Eşeği

Aslan, güççe andırır dağlardaki meşeyi,

Arkadaşı avcı da ünlü yaban eşeği!

Birincisi, her kime pençe vursa devirir;

İkincisi, kaçanı öne geçip çevirir.

Madem vardır av için iş bölümü arada.

İki dosta, şüphesiz ölüm olmaz karada.

Asfan, akşam olunca üçe böler kazancı.

Der ki, eşek dostuna;

Bana düşer elbet, geyiğin i!k parçası;

İkinciye gelince, o da benim payıma.

Seni görmem yabancı,

İstemezsen, başını bir belâya sokmayı.

Benden sana nasihat:

Tatma, üçüncüden bir lokma!

Meşe Us Kamış

Meşe, der ki kamışa:

Hakkınız var, siteme.

Düşünmemiş yaradan,

Biraz olsun sizleri.

Görünüyor açıkça,

Bakın, cılız melteme!

Başınızı eğdirir,

İslak kuma değdirir.

Sırtınıza konunca,

Tarla kuşu yük olur;

Derdiniz, büyük olur.

Bir dağ gibi.

Dayanırım her zora;

Poyraz denen bir defi.

Yaprağımda tanyeli.

Haddine mi? Bir boran.

Kımıldatsın dalımı!

Düşkünferi korumak.

Bizde, eski bir ödet.

Barınmanız gölgemde,

Sizin için saadet!

Bir huzura yabancı.

Yağmur, çamur her şeye;

Mahkûm olmak, ne acı!

Kamış, der ki meşeye:

Acımanız, pek yersiz.

Çünkü bora, kar, tipi,

Bizim için, değersiz,

Topraklara serilmek,

Vermez asla eziyet.

Alçakgönüllülük ile eğilmek;

Aksine, bir meziyet!

O sırada, çıkar.

Bir fırtına, bir boran!

Kamış, ince bir eda.

Vererek ses tonuna:

Bırakalım konuşmayı.

Biz boranın sonuna.

Dört taraftan eser yel.

Birbiriyle yarışır!

Dağlar, taşlar kararır;

Engin ufuk karışır!

Toz, dumanın içinde,

Kapanırken gözlen,

Meşe ile kamışın işitilmez sözleri.

Canlı, cansız ne varsa.

Her biri bir köşeye.

Sığınırlar son anda.

Sendeleyen meşenin, direnmesi boşuna,

Zorladıkça kökünü boran, fırtına,

Koca gövdesi, gerildikçe gerilir;

Kırılarak dallan, birden yere serilir!

Küçük kamış, iki kat bir sipere büzülür,

Yel durunca, böbürlenen koruyucusuna üzülür.

Çam İle Böğürtlen

Kuvvet benim, ün benim;

Gökten ulu çam benim!

Dayanırım her güce.

Siz, yanımda bir cüce!

Kökleriniz çok zayıf.

Çamur sizi karalar;

İnsan, hayvan ayağı.

Gövdenizi yaralar!

Yaşamda size düşen.

Sefalete bürünmek;

Tam on iki ayınız.

Hayat değil, sürünmek!

Çiğdem ile yaban gülü, hakaretten pusarlar.

Boyunları bükülü, bir köşede susarlar.

Böğürtlene gelince, dayanması zorlaşır;

Söz kalbini delince, hiddetinden morlaşır:

Döşemenin, tavanın;

Karlı geçen havanın,

Gözü bizi aramaz.

Ot, işine yaramaz.

Tahta ister marangoz;

Böbürlenme boş yere!

Oduncunun elinde,

Kalmayıp da çırası.

Keskin balta befinde;

Gelmiş diye sırası.

Yanınıza koşunca.

Ne buyrulur kesince!

Ricalarla bile seni,

Efendinden istesem.

Değişmez ki, odununu!

Çam yapmaz mı, dostunu?

Bir yaraya değince.

Çamın başı eğilir.

Kurt İle Aslan

Kurt, kapar bir koyunu;

Aslan, sezer oyunu,

Zorla alır elinden!

Kurt, boş verip gitmez ki.

Aslana boyun eğmez ki.

Kurtulmak güç, dilinden;

Lâfın bini, bir para,

Başfar, kuru yaygara:

Senin yaptığına zorbalık,

Yağmacılık denilir!

Düpedüz hak yenilir!

Aslan, gülüp der ki:

Aptal! Ya seninki?

Tabii, o başka iş;

Hayırlı bir amaç!

Bileyerek pençe, diş,

Bir dostunu korumak;

Sürüklemek boş ine,

Olur, mu hiç saldırmak?

Böyle bir dostluğa,

Kim der, dağa kaldırmak?

Çiftçi, çoban öz dayın.

Koyun, keçi senin hakkın,

Kaçırılır mı bu fırsat?

Hadi oradan, talana!

Kurdun, nasıl yalancı.

Olduğunu bilmem mi?

Git de kandır başkasını!

Benden sana bir öğüt;

Haklı isen hak ara.

Yoksa kaldır tabanı!

Kurt İle At

Bir gün, düşer kurdun yolu tarlaya.

Tarla dolu dolgun başak, arpayla;

Bilir ki, karnı doymaz bunlarla.

O esnada bir at görür uzakta,

Yaklaşarak, der ki:

At kardeş, aç karnını doyurayım.

Gel de sana arpa ikram edeyim.

Taneleri kurt, böcekten temizler,

Bu yemeği senin için hazırlar,

Dostuma bir ziyafet çekerim.

Zannetme ki, nağmelerin ürkütür.

Diş gıcırtın kulağıma türküdür.

Başucunda sevecen ana gibi.

Arpa ye de seyredip mutlu olayım.

Fayda gelmez hain kurttan, bilir at.

Der ki:

Başka bir dostunu tok yaşat.

Bilmez miyim ben kurtları, ne derttir;

Ne sebepten hayırlıdır, cömerttir.

Bir kurt soyu, yemekten vazgeçer de,

Aç karnına, at türküsü seçer de.

Gıcırtılı diş sesime dafar mı?

Aptal gibi, boş bir kapı çalar mı?

İlâhi kurt, sen inandır bir safı;

Güvenilmez, altın olsa kurt lâfı,

Tilki İle Köpek

Tilki, avsız kalarak,

Bir sürüye dalarak,

Bulur körpe bir kuzu;

Kimse görmez, soysuzu.

Avı, habersiz tuzaktan.

Köpek, görür uzaktan.

Başlar azarlamaya:

İşin nedir orada?

Kardeşiz tilki, kuzu;

Severim korkusuzu,

Oynuyoruz burada!

Okşanmaya bayılır,

Topraklara yayılır!

Ara başka bir bucak,

Defol oradan çabucak!

Yoksa tutar cin, perim,

Tozutarak yerini,

Ben de senin derini,

Kardeş kardeş öperim!

Mest olarak yürürsün;

Okşamayı görürsün!

Mide İle Organlar

Öfkelenir organlar,

Mide için biri der;

O yardımdan ne anlar?

Hakkımızı gasp eder.

Kapılarak ümide,

Koşarız hep birlikte;

Engel olur bir mide;

Bozar düzen, dirliği.

Biz ekeriz o, biçer;

Sayemizde yer, içer!

Aç kalanlar doymalı.

Mideyi aç koymalı.

Ağız döner kilide,

Hiddet kaplar dili de.

Doğru dürüst kalp atmaz,

Lokmalara diş batmaz.

Burun almaz hiç koku.

Mide denen bir toku,

Çekmeden bir suale.

Getirirler aç hale.

Günler geçer aradan,

Hastalıktan, yaradan.

Deri kemik olurlar;

Bin güçlükle solurlar.

En nihayet dipdiri,

Kalmak için her biri.

Tutulacak bir yolu.

Öğrenirler hayatta.

Gövde, ayak, baş, kolu;

Görmek için rahatta.

Bölünmekten yılarak.

Düşmanı dost kılarak,

Bir amaç için çalışın.

Mide gibi öğütüp.

Fedakârca yol güdüp,

Yaşamaya alışın!

Köylü İle Yılan

Köylünün biri, bir kış günü tarlasından geçiyor­muş, Yerler karla kaplıymış. Bir de bakmış ki, koca­man, devasa bir yılan yerde uzanmış, yatıyor. Hay­van ha donmuş, ha donacak, Köylü, yılana o ka­dar acımış ki, karlarla kaplı tarlada donmasın diye yılanı almış, eve götürmüş, Ne olacağını da hiç dü­şünmemiş.

Eve geimiş; yılanı ateşin yanına boyuna serivermiş, Yılan ısınıp canlanmaya başicamış ve bir­denbire kötülük bürümüş her yanını... Başmı kaldır­mış, gerilmiş ve ıslıklar çala çala hayatıinı kurtaran köylünün üzerine atıfmaya yeltenmiş.

Köylü ise daha çabuk davranarak: "Seni nan­kör seni, işte şimdi hak ettin öiümü!" diy'© bağırmış ve koca bıçağını çekip yılanı üçe bölüv'ermiş. Yıla­nın başı, gövdesi, kuyruğu birleşmek iç?in çırpınıp duruyormuş. Fakat ne yazık ki artık iş işten geçmiş.

Acıma duygusu şüphesiz iyidir fakat buna layık olana acımalı insan. Nankörlerin kaderi, eninde so­nunda felakettir,

Toprak Kap İle Bakır Kap

Toprak kapla bakır kap,

Yuvarlanır bir çaya.

Bakırda sert gövde, sap;

Toprak benzer bir cama,

Coşkun sular, kabarır;

İki kabı doldurur.

Ağızlarda var yarık,

Dibe çeker dalgalar,

Toprak kaba, bakır kap,

Uzaklardan seslenir:

Dostum, uzat elini;

Savuştur ecelimi! Kabul etmez toprak kap.

Der ki:

Uzaklaş hemen!

Çünkü çarpan bir bakır

Kırar gövde, sapımı.

Benim nazik yapımı,

Tehlikeye sokarak.

İstiyorsan yardımı.

Takip etme ardımı!

Tilki İle Pars

Pars, başlar övünmeye:

Alırım güneşten rengimi;

Görmüyorum, hayvanlarda dengimi.

Gözlerimde ceylânlardan var bakış.

Beneklerden taşıyorum bir nakış!

Tilki, dinler sözlerini bu parsın,

Der ki:

Övünerek boşa çaba harcarsın;

Renkli hayat, bir meziyet sayılmaz.

Aklı olan gösterişe bayılmaz.

Ben tilkiyim, ne parlaktır renklerim.

Ne de şeref, şan bağışlar cenkferim,

Burnum sivri, kuyruğum da kabadır.

Tanrı lütfü bodurluğum çabadır.

Bunfar bana kusur değil ki,

Biçimsiz de mesut yaşar bir tilki,

Gözüm yoktur, benekli bir deride;

Milyon versen olmam senin yerinde!

Çünkü akıl süsler benim içimi. Ne yapayım para etmez biçimi!

Çiftçi İle Yılan

Bir çiftçinin oğlunu, yılan sokup öldürür.

Zavallının acıdan, gözlerini kin bürür.

Bir gün, öç almak için göze alır her şeyi,

Yuvasına yılanın koşar, alıp baltayı.

Oynatmadan zerrece toprağını, taşını;

Adam, gözler sabırsız iri karabaşını.

Yılan, gövdeyi biraz çıkarınca delikten.

Ateş çıkar baltanın ağzındaki çelikten.

Atik düşman, ölmeden girer eski yerine.

İhtimal ki, sinmiştir daha beter derine.

Parçalanır yılanın gizlendiği bir kaya.

Zehirli bir mahlûk bu, gelir mi hiç şakaya?

Korku alır çiftçiyi, der ki:

Akıllı olmalı.

Düşmanlığı bırakıp, dostluk kurmalı;

Ben öcümden vazgeçtim;

Sen de unut geçmişi.

Karşılıklı tatlıya bağlıyalım bu işi!

Yılan der ki;

Peşinden gitmeli gerçeğin!

Ben bu yarık kayayı.

Sen de yavrunun mezarını.

Unutmadıkça doğrusu,

Barışmamız imkânsız!

Öç duyanın dostluğu,

Gerçek dostluk değildir.

Eşeği Deneyen Adam

Bir gün köylü, satılık bir eşeği alarak,

Eşeklerle birlikte yemliğine salarak.

Denemeye koyulur, bu müstakbel malını.

Eşek, seçer soyundan en kafası kalını,

Huysuzlukta onunla yarışmaya koyulur.

Onun gibi ne yürür, ne de yük taşır.

Çifte atıp devirir, önündeki sulan.

Bir hamlede parçalar dişleriyle yuları.

Gün geçtikçe kudurup, kabalığı abartır,

Başkasının önünden arpa, yulaf aşırır! Adamcağız ne yapsın, böyle haylaz, oburu?

Der ki:

Dertsiz başımın dert yönünden yok zoru,

En iyisi vermeli, edepsizi geriye! Ne zaman ki, götürür, sahibine al, diye,

Adam, derki:

İyice denedin mi?

Uysal huylu bir hayvan.

Kaçırma, tam alınacak mal.

Alıcı der ki:

Ne gerek? Belli ne mal olduğu!

Görülmedi sırtının bir an yükle dolduğu;

Üstelik de inatçı, tam bir uzun ellidir.

Huyu, seçtiği arkadaşından bellidir.

At İle Asker

Gider bir asker, uzun süren savaşa.

Kalır günlerce atçığıyla baş başa.

At ne yılar güneşten, ne aldırır yağmura,

Tehlikeye atılır, koşar bin bir zahmete.

Buna karşı asker de vurur, eyer, gemini;

Tımar eder düzenli, bol bol verir yemini.

Lâkin savaş bitti mi,

Azık döner samana,

Saygı duymaz cephede

Geçirdikleri zamana.

Değil eyer, çul vurmaz.

Sırtını boş bırakmaz!

Yıllar geçer aradan, çıkar

Büyük bir savaş;

Giyer parlak çizmeyi, takar bir kayış,

Beline de unutmaz kılıç, hançer dizmeyi,

Sıra gelir atına, vurur süslü eyeri

Verilmiştir hayvana eski yüksek değeri.

Şimdi neye yarar ki, atı arpa yiyemez.

Kemikleşen sırtına uygun bir şey giyemez!

Dile gelir halsiz at:

Hayatımı söndürdün!

Ben eskiden bir attım,

Sen eşeğe döndürdün.

Yaptığından isterim ders alasın.

At üstünde kendini bir piyade sayasın.

İyi bil ki savaşta, gelmez benden bir hayır,

Bundan sonra atını işten önce sev, kayır,

Huysuz Kadın İle Kocası

Bir adamın, varmış huysuz karısı.

Zavallıda uzun ömrün yarısı.

Birkaç yılda söner elem, hüzünden;

Koca, çöker karısının yüzünden!

Bir gün der ki:

Ah bir fırsatını bulsam,

Bir sebeple babasına yollasam;

Beiki biraz dinmiş olur kederim;

Yalnız kalır, evde rahat ederim.

Adam, gönderir babasına kadını,

Huzur için anmaz bile adını.

Ne yazık ki, hafta sona ermeden,

Dinlenmeye fazla zaman vermeden,

Karşısına çıkar karısı; Vızlamaya başlar, yaban arısı.

Adam der ki:

Ziyarete gittiğin gün.

Babanın çiftliğinin çobanı, hizmetçisi,

Hoş geldine koşmuştur;

Umarım ki bayram yapıp, coşmuştur.

Kadın der ki:

Onlarda böyle kibarlık ne gezer,

Gören, sanki bende kötü hal sezer.

Öyle yan bakarlar ki yüzüme;

Lâf etmeden kaç!" dedim, kendime!

Adamcağız sormaz neden, niçini.

Boynu bükük, çekerek içini.

Der ki:

Böylelerin bakışı yan olunca.

Ya bir ömür gitmek için suyuna.

Diş sıkarak beraberce yaşayan.

Seni, çaresiz dert gibi taşıyan,

Talihsizin nasıl geçer yaz, kışı?

Nasıl olur, düşün onun bakışı!

Dişi Kedi İli Venüs

Dişi kedi yemez, içmez, durgundur;

Delikanlı bir yiğide vurgundur.

Venüs'e der ki:

Kedi kulun dileği,

Bir an önce doldurmaktır çileyi.

Yüzüme nur, saçlarıma koku ver;

Beni hoş bir kız haline sokuver.

Venüs, acır yalvaran bu kediye;

Sarılacak bir yarası var diye,

Ay gibi kız yapıverir kediyi.

Âşık eder, tutulduğu kişiyi.

Sonra, kapılır bir kuşkuya:

Kız, sahip mi insandaki bir huya?

Lâyık mıdır âdemoğlu eşine?

Bir merakla ikisinin peşine,

Takılarak ev yoluna düzülür.

Gördüğü manzaradan üzülür:

Farklı değil kedi, bir kız büstünden.

Gitmemiştir kediliği üstünden.

Fırlayınca küçük fare delikten.

El, ayağı bir yay olur çelikten,

Fırlayarak damda alır hızını!

Huylarını terk etmeyen kızını.

Venüs tekrar kedi yapar çaresiz.

Bir ev bulmak çünkü zordur faresiz!

Kurtla Kuzu

Küçücük bir kuzu, bir dereden su içiyordu, Tam o anda aç bir kurt belirdi, Kurt, kuzuyu gördüğünde deii gibi söylenmeye başladı:

"Ne hakla suyumu bulandırıyorsun bakalım?" "Ben suyunu falan bulandırmadım!"

"Sus, yalan söyleme! Ben sana bu küstahlığının cezasını vereyim de, gör sen gününü..."

"İyi de... Ben sizden en az yirmi adım uzaktayım ve derenin aşağı tarafında bulunuyorum, Dolayı­sıyla sizin suyunuzu bulandırmış olmam imkânsız, Çünkü siz benden daha üst taraftasınız,"

Kızgın kurt hışımla bağırdı:

"Bulandırdın işte! Ayrıca, benim hakkımda ge­çen yıl ne dediğini de biliyorum,"

Kuzu bir hayli şaşırmış:

"Ne? Fakat ben geçen yıl dünyada yoktum ki! Daha doğmamıştım bile,.,"

"Sen değilsen, kuşkusuz kardeşin olmalı." "Benim hiç kardeşim yok ki!"

"Yok, yok.., Kesinlikle sizden biridir onları söyle­yen... Sizin ne mal olduğunuzu bilmez miyim ben! Öcümü alacağım!"

Bunları söyledikten sonra kuzuya saldıran kurt, onu kapıp ormana götürdü ve orada parçalayıp yedi. Bir şeyi yapmak kafaya koyulduysa iftira at­mak çok kolaydır.

Eşeğin Yiğitliği

Horoz, öter durmadan.

Bıkmaz kanat çırpmaktan.

Yoktur gece gündüzü.

Aslan, cırlak yüzsüzü,

Dinlemekten usanır.

Kurtarmak İçin yakayı.

Bir gün gururu, yiğitliği.

Bırakıp, başlar kaçmaya.

Eşek, düşer peşine;

Rastlanmaz bir eşine,

Bulunmaz bir fırsattır.

Korkak hayvan ne attır,

Ne de aciz bir geyik.

Koca aslan, baş eğik,

Önü sıra kaçmada,

Telâş, korku saçmada!

Aslan gider, o gider,

"Kahramanlık ne hoş", der.

Neşe veren kovalamanın,

Sonu gelir ansızın.

Aslan, kükrer dönüp de.

Sesi gürler derinde!

Bu takipten bıkarak.

Dişlerini sıkarak,

Der ki:

A sersem! Kendinde yiğitlik mi bulursun?

Sert pençemi savursam,

Nallarını dikersin!

Karşı koymak neyinel

Avsın çürük beyninle.

Eşekteki düşmanlık,

Olur, feci pişmanlık.

Der içinden:

Arpan bol,

Ne dilersen at, çifte;

Yan gel sonsuz keyifle.

Soyun için emin yol,

Yağlamaktır tabanı.

Görmez misin babanı?

Hiç kimseden korkmazı.

Nene gerek korkutmak.

Olmayınca bir tazı,

Kolay mıdır, avlamak?

Yanlış yolda koşanın.

Yiğit gibi coşanın.

Gerçek keser yolunu;

Kırar kafa kolunu.

Ağustos Böceği İle Karınca

Yakacaksız, yiyeceksiz geçecek bir geceyi,

Dertli dertli düşünür bir ağustos böceği!

Bir düzlüğe varınca,

Bakar bir sürü karınca.

Kimi buğdayı elden ele veriyor.

Kimi ıslak yiyeceği güneşe seriyor;

Kimi tane sürüyor,

Kimi de iş başına hızlı yürüyor.

Ağustos böceğinin tak, deyince canına.

Dayanamaz, seslenir karıncaya:

Karınca kardeş.

Verir misin bana biraz yiyecek?

Bakar sitemle ağustos böceğine.

Karınca:

Bizim gibi, dağda, taşta terleyip.

Bütün bir yaz yiyecek toplayıp,

Girseydin ya bir kışa!

Kendindedir bütün suç;

Boştur açılan el, avuç!

Ağustos böceği, der ki:

Toplanırdı canlılar.

Etrafıma bir küme; Neşe içinde, katılırdı türküme,

Tımbırdatır sazları.

Zevk duyarak birlikte.

Geçirirdik yazları.

Kaldı mı ki hiç vakit?

Düşünmeye bir kışı!

Karıncada, böceğin ne kederli bakışı,

Ne de yanık sözleri uyandırır acıma.

Der ki;

Şakrak dostuma.

Ne lâzımdır yiyecek?

Vardır güzel endamı,

İstemez de giyecek;

Eşi, dostu görmeli hoşluğunu boyunun.

Madem yazın şakıdın, kışın sıra oyunun!

Evgîl Güvercinlerle Yabani Güvercinler

Bir kuşçunun kurduğu akıllıca tuzakla,

Günün avı hazırlanır:

Birkaç evcil güvercin.

Ayağından bağlanır.

Kuşçu, bekler sonunu; bir köşeye sinerek.

Yabani güvercinler, gökyüzünden inerek.

Sormak için koşarlar, akrabaya hal, hatır.

Hain tuzak hepsini bir anda afallatır!

Uğrayınca belâya evcillere çatarlar.

Kabahati onların üstlerine atarlar:

Belki ayrı rengimiz, az da farklı boyumuz,

Birdir, ama soyumuz!

Size düşen korumak bizi düşman elinden!

Vermemekle bir haber,

Düşürdünüz tuzağa;

Kötü yola saptınız.

Bir alçaklık yaptınız!

Evciller, der ki: Boşuna sitem eder diliniz,

Hakikati biliniz:

Size haber vermemiz düştüğünüz tuzağı,

Görmemektir uzağı!

Nasıl kesebiliriz, bindiğimiz bir dalı?

Efendimiz dinlemez akrabalık masalı!

Kaçırınca sizleri, Kebap yapar bizleri!

Horoz İle Tilki

Hava sıcak, gün uzun; Ağaçtaki horozun.

Gelir sesi yüksekten.

Tilki, yaklaşır yavaşça,

Bakar şakrak avına, Der ki:

Aman dikkat ediniz!

Kopar ince dalınız.

Kanatları çırpınca. Dal ucunda durunca,

İçime ok batıyor;

Kalbim küt küt atıyor.

Kurdu kuşu üzmeyin,

Bizi dargın süzmeyin,

Aşağıya buyurun,

Şarkınızı duyurun!

Horoz, demiş ki:

İnemem! Bir dala boşuna tünemem.

Düşmanlarım sayısız,

Yer yok kurtsuz, ayışız!

Israr eden tilki, demiş ki:

İmkânı yok, size zarar vermemin,

Bizler için bir keder,

Eski devri anmanız.

Sarmaş dolaş kurt, kuzu.

Aşlar pilâv zerdedir,

Ömrümüzün tadı, tuzu.

Gökte değil, yerdedir.

İmzaladık bir barış!

Horoza bu yalvarış,

Olur, alay konusu.

Varmış gibi bir tuzak,

Engin ufka dalarak.

Ürkek pozlar alarak,

Daldan dala dala gezinir;

Bir tehlike sezinir.

Tiiki der ki;

Yürürsün, bir şeyler mi görürsün?

Ne olacak, bir tazı,

Yolu açık bir yazı.

Burnu toprak deliyor;

Koşa koşa geliyor.

Boşuna değildir.

Buralara gelişi.

Ben, tazfyı tanırım,

Kutlayacak barışı!

Tilki şaşkın, demiş ki:

Sağım solum bir çayır,

Güvenemem tazıya.

Gemi almış azıya.

Hatır bilmez kaygısız.

Düşmanlığa doymamış,

Barışa imza koymamış;

Olabilir saygısız!

Kurtlarla Köpeklıerin Savaşı

Köpeklerle kurtların, müthiş bozuk arası,

Ancak savaşla kapanır

Bu düşmanlık yarası.

Günü gelir nihayet, kaçınılmaz savaşın,

Emrindedir köpekler.

Güçlü bir komutanın.

Başlangıcı kurt yapar.

Dört bir yandan saldırır;

Öncüleri toz duman, bir hücuma kaldırır!

Kabul etmez kumandan.

Acele bir savaşı.

Dost, düşmanı ayıplar, bu kaygısız yavaşı.

Geç davranma sırrını, birbirlerine sorarlar;

Çıkarmayıp içinden, bin bir hale yorarlar.

Şaşırır kurtlara basiretli kumandan.

Der İd:

Nasıl ovayı kaplayarak bir duman,

Orduya kurarsa tehlikeli bir pusu,

Yüreğimde yer tutar aynı derdin korkusu.

Bu amaç birliği, savaştırır kurtları;

Bilirler ki, kaybolur yenilince yurtları.

Bizim soya gelince kimi kara, kimi ak;

Taşımaz ki bir anlam birleşerek yaşamak!

Bağlamak zor zaferle kalplerini bu aşka,

Çünkü türü ayrıdır, konuşulan dil başka;

Düşünceler çeşitli, yoktur gaye birliği.

Nasıl sürerim savaşa sağlamadan dirliği?

Bir olunca askerin akan kanı, dileği;

Düşman için o zaman süngü tutar bileği!

Çoban İle Yabani Keçiler

Birkaç yaban keçisi, bir sürüye karışır;

Keçilerle otlakta yıldızları barışır.

Oynar, sıçrar birlikte,

Yabancılık gözetmez.

Çoban, bu halin farkındadır ses etmez.

İçinden der ki:

Konukların, gitmelidir suyuna.

Sürü döner ağıla, vakit akşam olunca.

Ertesi gün, otlağın hayır gelmez düzünden;

Ağıldadır keçiler, bir fırtına yüzünden.

Koyun, yaban keçisi, evcil keçi üçleşir.

Üç cins hayvanı doyurmak güçleşir!

Çoban, keçinin önüne of koyar.

Konuklarına verdiğiyle sürülerle aç doyar.

Bir gün geçer aradan sürü çıkar çdyıra,

Kaval çalan çobanın gözü değer bayıra:

Niyetini bozmuştur keçilerin yabanı,

Hepsi birden kaldırır dağa doğru tabanı!

Adam kızgın, kaçanlara seslenir:

Kim ahırda bol yemle sizin gibi beslenir?

Kaçarsınız bol nimeti teperek?

Bağlanmanız gerekir şükranla el öperek!

İçlerinden birisi, titreterek sesini.

İzah eder soyuna sunulan bol besini:

Perhiz yapan her keçi, daha dindir,

Üstelik de süt veren emektarın biridir.

Bizi daha dün buldun. Kendi maiın gibi görürsün,

Denenmiş bir dost gibi,

Yemlerden yem seçersin.

Demek yarın başkası yerimizi alsa;

Önümüzde bizim de bir tutam ot kalacak,

Kadın İle Sarhoş Kocası

Hayatından bezgindir, bir sarhoşun karısı.

Eşi, eve kör kütük gelir gece yarısı.

Para etmez ayyaşa, ne kurtuluş adağı.

Ne ihtiyar öğüdü, ne de ağır gözdağı!

Yatar yine bir gece, samanlığa sızarak,

Son çareye başvurur kadıncağız, kızarak;

Sarhoşu sırtlayıp, mezarlığa yollanır,

Ne da olsa kocadır, bakım için kollanır;

Ayıldığı sırada, yemek bulsun diyerek.

Birkaç saat geçince.

Kadın manto giyerek,

Tekrar tutar yolunu mezarlığın acele,

Kapıda içinden der ki:

Deneyeyim bir kere.

Elde tepsi mezarın kapısını çalınca.

Bir ses gürler içerden,

Kim o? diye

Cevap verir karısı:

Yemek taşıyan meleğim.

Endişelenme, Ruhlar evinin dostlarından biriyim!

Adam, mahmur bağırır:

Sırası mı karın doyurmanın?

Zamanıdır önüme bir içecek koymanın!

Kadın, kesip ümidi der ki, kendi kendine:

Boşunadır uğraşmam.

Düzelmez benim kocam!

Tövbe tutmaz sarhoşla, Azrail ilgilenir;

Böylesine, Tanrı'dan rahmet dilenir!

Kurtlarla Koyunlar

Yıllardır süren savaş bir netice vermiştir.

Kurtla koyun barışmış.

Dünya sulha ermiştir.

Huylu huyundan geçer mi?

Devam eder oyunlar,

Çoban giyer kurt postu.

Boğazlanır koyunlar!

O derece artar ki, huzursuzluk sonunda.

Taraflarca şart olur bir anlaşma yapmak da,

Toplanarak derler ki:

Neden artsın tasamız?

Aramızda niçin yok,

Müşterek bir yasamız?

Kurt koyunun düşmanı.

Çoban kurdu kovalar,

İki cinse bir mezar bütün dağlar, ovalar.

Güya uzun sürecek bir huzur sağlanır.

Anlaşarak taraflar, birbirine bağlanır.

Ağır ceza verilir birbirini üzene,

Sözleşmeyle hepsi konur bir düzene.

Bir gün gelir, iştahtan yavrukurtlar semirir.

Ana, baba, kız, oğlan ağaç dalı kemirir.

Sözleşmeye eden olmaz aldırış.

Mandıralar içine başlar yine saldırış.

Boğulmuştur birçoğu gafil yatan koyun da,

Kaçırılır kalanı dişlenerek boyundan.

Ağılların çitleri birer birer yıkılır,

Köpeklerin uykuda boğazları sıkılır.

Sersem çoban kuşkusuz,

Hâlâ sadık sözüne,

Emin köpek kaygısız bakmaz,

Çoban gözüne.

Çiftçi, huzur içinde bir dost bilir kurtları.

Elden gider böylece sürülerle koyunları.

Cinsi kötü olana iyi niyet uzaktır;

Sözde durmak, onların kurduğu bir tuzaktır.

Kurbağala Kral İstiyor

Kurbağalar, derler ki:

Hayatımız ne acı;

Üzüntüdür,

Kavgayla geçen günün kazancı.

Herkes kendi kendine efendisi, derenin,

Belli değil yetkisi, bin bir emir verenin.

Yıldızdan çok sayımız.

Anlamayız yasadan,

Bir huzurla çarpmıyor yüreğimiz tasadan!

Derdi duyan Gök Tanrı,

Yüz gösterir ters bahta.

Kral diye dereye, atar geniş bir tahta.

Kurbağalar, sesinden derinlere dalarak.

Su içinde bir müddet hareketsiz kalarak.

Kımıldamaz kralı heyecanla süzerler;

Sonra suyun yüzüne yükselerek yüzerler.

Sessiz tahta, bir günde ele verir sakalı.

İşler daha ters gider krallığa bakalı:

Kimi çıkar sırtına, kimi atlar başından;

Farkı olmaz üstünün bir atlama taşından,

Kurbağalar, Tanrı'ya derler ki:

Bu ne iştir?

Sesi çıkmaz kralı İstemeyiz değiştir.

Sersemlerin, Gök Tanrı dileğine uyarak.

Geçimsizler soyuna bir kızgınlık duyarak,

Başlarına gönderir söz geçiren kralı;

Baş isteyen ülkeye kral yapar yılanı.

Kuş uçurtmaz hükümdar,

Tam bir baskı yaratır, Tuttuğunu yutarak, eskisini aratır.

Çiftçi İle Geçimsiz Oğulları

Bir çiftçinin öğüdü, üç oğluna kâr etmez,

Geçimsizlik hafinden hiçbirisi utanmaz.

Bulmak için bir çare, baba derin yaraya,

Beş on küçük çubuğu getirir bir araya,

Der ki, oğullarına:

Kırın şunları!

Oğulları uğraşır, ama

Çubuk demeti karşı koyar, güç taşır.

Adam, bilir.

Her parça bütününden zayıftır,

Kopsun diye, ayırır çubukları demetten.

Bulunmuştur uygun bir ders için bahane.

Her oğlana uzatır, çubuklardan bir tane,

Der ki:

Şimdi de bunları kırmayı deneyin!

Oğulları, haykırır:

Zorluğu yok bu işin!

Çiftçi, der ki:

Üç kardeşten birbirini üzeni,

Uzun ömrünce sevmez dünya düzeni.

Ayrı düşen güçleri bir araya getirin.

Demet gibi, düşmana gücünüzü gösterin.

Bir çubuktan farksızdır, küçük gören birliği,

Diiemekte haklıyım sizden, kardeş birliği.

Arıcı

Bir gün evden çıkarlar, arıcıyla karısı.

Bu gidişe katılır kovanın da arısı.

Bir hırsız der:

Sırası, içeriye dalmanın;

Doyum olmaz zevkine,

Doğrusu bal çalmanın!

Aşırılır yerinden dolgun petek, has ballar.

Eve dönen arıcı, manzaradan afallar!

O esnada arılar, yüklenip bal özünü.

Doldurmaya koşarlar peteklerin gözünü.

Birdenbire arıcı neye uğrar bilemez.

Böyle feci bir hali düşmanına dilemez:

Zavallının üstüne sanki çöker ev damı.

Bin bir arı çullanıp ısırırlar adamı.

Arıcı der:

A nankör, a budala hayvanlar!

Sizin gibi hainler, insanlıktan ne anlar?

Bağışlayıp yuvadan balla petek kapanı,

Sokarsınız sizlere bir iyilik yapanı!

Putçu

Satmak ister bir putçu,

Tahtadan bir Hermes'i,

Kısmet olmaz kimsenin bir tek kuruş vermesi,

Zavallıcık muhtaçtır, O gün kazanacağına;

Arzu etmez beklemek, aylar girsin araya.

Bir müşteri bulayım, diye koşup dövünür;

Bağırarak pazarda heykeliyle övünür;

İnsanlara dokunur iyiliği Hermes'in,

İyilik için mümkün mü kanat germesin?

Hemen alın, acele bu uğurlu heykeli

Böyle fırsat her zaman geçmez asla bir ele!

Duyanlardan biri der ki:

Madem malın yararlı.

Onu elden kaçıran, çıkacaktır zararlı.

Ne satarsın mübarek?

Sakla da gör hayrını,

Düşünmenin yeri mi.

Kendinden başkasını?

Putçu der ki:

Fakirlik tak etti artık canıma,

Bilirim ki, put çok geç koşar yanıma,

Neye yarar parası, yıl geçince aradan?

Bana lâzım acele yardımcı bir yaradan!

Çoban İle Kurt

Kurdun biri bir koyun sürüsüne çoktandır yakla-şamıyormuş; dolayısıyla karnı da hep açmış. Nasıl bir yolunu bulurum da sürüye yaklaşırım, diye düşü­nüp dururken, kurdun aklına birdenbire çoban ol­mak gelmiş,

Hemen kendisine bir çoban gocuğu bulmuş, uzun bir değnek almış eline. Koynuna bir kaval sok­mayı da unutmamış, Gerçek çobandan hiç farkı yokmuş.

Değneğine dayanarak yavaş yavaş yaklaşmış' suruye. Koyunlar ondan hiç kuşkulanmamışlar Ço­ban da yanındaki köpeklerle birlikte bir ağacın al­tında mışıl mışıl uyuyormuş, Kurt ne de olsa koyun­lara saldıramamış birden. Uyanık duran koyunları peşine takmayı düşünmüş. Böylece tenha bir yere götürüp onları teker teker boğmakmış niyeti. Kendi kendine şöyle söylenmiş:

"Seslenmek gerek. Seslenmeden olmaz. Kılığım gibi sesimi de benzetmeliyim çobana," demiş. '

Fakat bir türlü becerememiş çoban gibi seslen­meyi, çığlık atmayı... Kurt denemiş, denemiş, olma­mış. Sonunda bir seslenmiş; gümbür gümbür gümburdemiş! Sesini duyan çoban ve köpekler uyan­mış. Üzerindeki gocukla kaçamayan kurdu hemen orda yakalayıp öldürmüşler.

Sahtekârlar ne kadar kurnaz olurlarsa olsunlar, bir gün elbet kendilerini ele verirler.

At İle Seysi

Zayıflıktan bir atın,

Omzu çökük, sırtı yara;

Bir tat almaz hayattan!

Seyis başlar tımara.

At, der zalim seyise:

Arpa hissem ne ise,

Miktarından aşağı,

Düşürmeden ver bana.

Gücümü tez toplarım.

Yıllarca sağ kalırım.

Ne isterim kaşağı,

Ne de en İyi çulu sermeni altıma.

Gerek yoktur ağrıdan.

Sırtımı da ovmana;

Lüzum kalmaz karnımdan,

Pire, sinek kovmana!

Aslan İle Sivrisinek

Sivrisinek, aslana bir gün küstah sesiyle.

Der ki:

Mübarek soyunla övünürsün ha bire;

Soruyorum, elinden bana karşı ne gelir?

Mağrur aslan sustukça, sivrisinek dikelin

Kavga et ki alasın ölçüsünü boyunun.

Tırnak batır, pençe at işi budur soyunun!

Bir kadında da ondan var; Belki daha yamanı,

Hiç olmazsa diletir kocasına "Aman!"ı.

Senin pençen bir elek, onunla toz elenir;

Yelen, bir anda toz, toprağa belenir.

Kükreyişin korkutur ancak öküz, ineği,

Geçeyim de hücuma anla sivrisineği!

Bir ok gibi saldırır, tiz borusunu çalarak,

Sonra tüysüz burnuna aslanın, konarak.

İğneden süngüyle başlar delik delmeye,

Gücü yetmez aslanın, ona karşı gelmeye:

Pençeleri, dişleri otur korkunç bir satır,

Narasını yükseltip ufuklara uzatır.

Sessiz kalır dünyanın ova, orman, korusu,

Sivrisineğin susmaz hücum borusu!

Para etmez kabaran korkunç yele, pazısı.

Belli olur aslanın kara alın yazısı,

Gözü yılar gücünün yarattığı dumandan,

Sivrisinek marş söyler,

Sanki galip kumandan!

Kahramanın ne yazık uzun sürmez neşesi.

Bir tuzakta son bulur üzüntülü tiz sesi,

Acı gelir ayrılmak.

Dünya bahçe, bağından,

Kurtulması imkânsız örümceğin ağından.

Düşmanının nefesi ensesinde gezince,

Hayatının sonuna erdiğini sezince,

Der ki:

Talihin önüme açtığı yol, garip yol;

Sen, aslanı kaçır da örümceğe bir yem ol!

Ölümün de demek ki, varmış şeref, şanlısı.

Böylesin! istemez hiçbir dünya canlısı!

Tavşanla kaplumbağa

Övünerek der ki, tavşan:

Var mı benimle yarışan?

Voktur ağır kabuğum.

Ayağıma çabuğum.

Uzun yollar kısalır,

Kuşlar, ardımda kalır!

Kaplumbağa, büzülmez,

Siteme de üzülmez.

Hoş karşılar olayı, der ki:

Vardır kolayı,

Böbürlenme boşuna.

Hedefimiz son ağaç!

Lâfı terk et koşuna.

Adımlan haydi aç!

Meydan böyle okunur.

Söz tavşana dokunur.

Isırarak dudağı, der ki:

Sırtın bir dağa benzer.

Adımını zor atarsın,

Bir de caka satarsın,

Küstahlığın büyüktür.

Yol almadan bir karış,

Nasıl biter, gör, yarış!

Tilki, hakem seçilir,

Bir düzlüğe geçilir.

Bir yer bulur serince,

Endişeyi atarak.

Tavşan çime yatarak.

Uyku çeker derince.

Rakibinin işine.

Kaplumbağa sevinir.

Canı takıp dişine.

Yorulmadan yarışır.

Mağrur tavşan ayılın

Zor hedefte varışı.

Kaplumbağa yarışı.

Çünkü almış sayılır.

Akını son akındır.

İlerdeki söğüde.

Bir karıştan yakındır.

Biz gelelim öğüde:

Hasma kıymet verelim.

Amaca tez erelim.

Yengeç İle Kızı

Yengeç der ki, kızına:

Gövden taşa sürünür,

Bir engeldir hızına.

Yan yan nasıl yürünür?

Dayanamaz kız, bir gün,

Hem sinirli, hem üzgün,

Der ki:

Ya bir sitem, ya ima,

Gizli acı sözünde,

Kusurluyum gözünde!

Sen, yaşiı bir anasın,

Elbet benden yanaşın,

Kazandırır hoş huyun.

Öğretirsin doğruyu.

Vardır bir tek dileğim:

Kimler güzel görünür.

Nasıl doğru yürünür?

Bir yürü ki bileyim!

At İle Avcı

Dağdan İner kırlara,

Bir gün, yaban domuzu;

Eşilmedik yer koymaz.

Bağ bahçede, ormanda,

At, çekemez halini,

Şikâyete koyulur,

Avcıya der:

Daiiarın kabuklan soyulur,

Domuz söker kökleri,

Kırar birçok filizi,

Rahat vermez sürüye,

Himayene al bizi!

Avcı der ki:

Benim de gider zoruma,

Sığınırsın üstelik vazifemdir koruma.

Senden bir ricam var ki, o da değersiz,

Katıldığın savaşa girme gemsiz, eyersiz.

Düşeceği tehlikeyi kaçırarak gözünden,

Razı olur bu şarta, at nefreti yüzünden.

Atla avcı dövüşür, kırda omuz omuza,

Hayatına mal olur, ders verirler domuza.

Fakat avcı bırakmaz, atı geniş çayıra.

Atlayınca üstüne doğru sürer ahıra.

Zulümlerden kurtulur, bir yardımla gerçi at,

Bekler onu ne yazık, daha acı bir hayat!

Karga İle Kuşlar.

Tanrı bir gün, mavi, yeşil, al, sarı;

Davet eder bin bir cinsten kuşları,

Derki:

Kral olacak biriniz.

Kim bakalım güzeliniz, diriniz?

Kuşlar, uçar bir derenin başına.

Boya sürer kimi renksiz kaşına.

Kimi sanki kendine eş aranır;

Taş üstünde saatlerce taranır.

Ala karga bilir ki, yoi yokuştur;

Seçilecek en son kuştur

Yıkansa da, taransa da boşuna.

Çirkin yüzle kimin gider hoşuna?

Bir hileye başvurmakta nakildir;

Bir ala karga aklıdır:

Bin bir kuştan kopan tüyle süslenir,

Sahte süsle krallığa özenir,

Seçim günü karga yola düzülür,

Gök Tanrı'nın huzurunda süzüfür:

Allı pullu, kaşlı gözlü sanki ay.

Krallığa en münasip aday!

Tanrı böyle bir eşsizi beğenir.

Der ki:

Başka bir kuşu seçsem hak yenir!

Kuşlar, tanır bu düzenbaz kargayı,

Herkes kapar kargadan kendi tüyünü.

Ala karga döner eski rengine,

Gak, diyerek uzaklaşır engine.

Kaval Çalan Kurt

Ayrılarak sürüden, oğlak iner dereye,

Takip eden hain kurt der ki:

Böyle nereye?

Dağ, bayırda gayen dolaşmaksa güzelim.

Uzak durma dostundan,

Gel beraber gezelim.

İşi sezen oğlak der:

Sen bir avcı tazısı.

Yemeğin yapmış ne çare beni alın yazısı!

Gıcırdayan dişine sunulmuş bir köleyim.

Öleceğim ölmeye, bari mutlu öleyim;

Son anımda saz çal da, azıcık eğleneyim.

Kurt kanarak bu söze.

Başlar kaval çalmaya.

Neşesinden oğlak da koyulur bir oyuna,

Cümbüş sesi yayılır bütün otlak boyuna,

Sesi duyan köpekler bırakmazlar izini,

Oyuna gelen kurt, döverek dizini.

Kulak verir yaklaşan azgın köpek sesine.

Der ki;

Kasap bir kurdun kaval çalmak neyine!

Davetli Köpek

Bir gün çiftçi eş, dostu davet eder evine,

Tok köpeği bakar ki bîr soydaş aç, ininde;

Der ki ona:

Bu akşam bizde yersin yemeği;

Sofra dolu,

Beyimin methe değer yemeği.

Göreceksin yemeğin hazır tatlı, tuzlusu,

Ferahlatır içini içkilerin buzlusu.

Köpek, hülya içinde der ki:

Kötü şansım açılır,

Ziyafete koşayım, etten nasıl kaçılır?

Yemeklerden geldikçe kokulu bir buğu,

Köpek, mutfak içinde sallar cılız kuyruğu.

Gözü aşçının gözünde, Ağzı hasret bir tada,

Ayaklara dolaşır zavallıcık ortada!

Görürler ki, soysuzda hududunu var aşma,

Bir tekmeyle atılır pencereden yanaşma.

Yediği bir kötekten suratını asarak.

Eve doğru çaresiz koşar feryat basarak.

Bir soydaşı der:

Çıkardın mı ziyafetin tadını?

Seni andık bütün gün gıptayla adını,

Ev sahibi kim bilir ne saygılı, ne kibar.

Aşçının da nasıldır, gösterdiği itibar?

Efendili, uşaklı bir istikbal göreni.

Bekler elbet kapıda bir de teşyi töreni!

Köpek, kaşır başını bir yandan da sekerek,

Saçmalayan köpeğe der ki,

Bir ah çekerek:

Sarhoşluktan törenin başı.

Sonunu bilemem.

Böyle konuk olmayı bir dosta hiç dilemem.

Meçhulümdür, pencere, kapı yaralardan

Girip çıktım bir yandan.

Lâkin bilmem nereden!

Eşeğin Aslanı

Eşek, aslan postunu bir gün sırta giyerek.

Kurda, kuşa ormanda, ben aslanım diyerek.

Korkunç nâra fırlatır, tozu katar dumana;

Bir aslandır gözünü toz, topraktan yumana!

O an çıkar aksilik, hızlı sahra yelinden;

Kahramanın bir anda postu gider elinden:

Uzun kulak, sivri baş, tırmalayan sesiyle,

Görününce cascavlak anlaşılır bu hile,

Kaçanlar değnek, topuz kaparlar;

Bu yalancı aslanın yuvasını yaparlar!

Gerçek olmayan bir güç, boş bir gayedir;

Büyük olmak, ün salmak varsa kendinde, payedir.

Düşmeyelim derseniz pençesine aslanın;

Hayat boyu kavgada. Gerçek güce yaslanın,

Yarasa İle Gelincik

Yere düşer bir gün, uçan yarasa.

Zavallıyı alır derin bir tasa.

Gelinciğin gözü, taze etinde.

İsteğinden vazgeçmesi çetin de!

Yarasaya der:

Kuşları hiç sevmem!

Koymazsınız yeryüzünde bize yem!

İyisi mi, bunu fırsat bilerek.

Öç alayım hemen seni yiyerek!

Yarasa der:

Ben kuş değilim, ama

Gagam çalmaz ekmeğinden bir dilim,

Zarar vermez bir hayvanım, memeli;

Sana hizmet, gönlümün tek emeli!

Gelincik, niyetinden cayarak.

Salıverir onu hayvan sayarak.

Başka bir gün, yine düşer tuzağa,

Kaçmasına imkân yoktur uzağa.

Gelincik der:

Hayvanlara öfke duyarım,

Tuttuğuma acımadan kıyarım!

Yarasacik, yapar tilki oyunu.

İnkâr eder öz cinsiyle soyunu:

Nerem hayvan? Kanadım var, bir kuşum;

İspat eder sözlerimi uçuşum,

Gelinciğin hıncı sona ermiştir,

Kuşu affa karar vermiştir.

Hayatınız için doğru karar veriniz.

Değiştirin her an çürük bir dalı;

İşinize uygun hali seçiniz.

Avcı İle Aslan

Ava çıkan bir avcı, ustadır ok atmada.

Fayda görmez hayvanlar bu belâya çatmada.

Sinmek için deliğe kaçışarak solurlar.

Av olmadan avcıya, gözden uzak olurlar.

Yalnız cesur bir aslan, meydan okur yılmadan;

Korkutamaz, der kimse, beni mağlûp kılmada.

Avcıya der:

Eğer yiğitsen dövüşmeyi dilerim;

Yenemezsen, adını yeryüzünden silerim.

Avcı, gerip yayını ilk okunu değdirir.

Omzunu aslanın bir tarafa eğdirir.

Sonra der ki:

Geriye aldırtayım sözünü,

Attığım ok haberci, bekle şimdi özünü!

Birinciden alınca aslan derin yarayı.

Kaçmak için inine hiç geçirmez arayı.

Tilki, bakıp aslana der:

Ayıp senin soyuna!

Yiğitlikte görmüşüz efendimi boyuna.

Ormanda fil, kaplanın karşısına çıkarsın.

Avcı ne ki? Yetişir bir pençede yıkarsın!

Aslan, der ki;

Lâfın boş, bir saniye duramam,

Böbürlenip canıma, pusu kuramam!

Habercisi böyleyse, kendi nasıl bir düşün?

Aptallıktır sonunu beklemek dövüşün.

Aslan İle Yaban Domuzu

Güneş ovanın toprağında, taşında.

Aslan, yabandomuzu kaynağın başında,

Su içmeye arzulu karşılıklı duruyor;

İkisinin de belli dudakları kuruyor.

Kim ilk önce içecek kaynak suyundan?

Aslan bu, hiç geçer mi huyundan?

İnatçının biridir, gitmez yaban domuzu;

İş kavgaya gelince kolay silker omuzu.

Birbirini kovalar, haydutların sövüşü;

Sonra başlar pençe, diş; ölüm dövüşü!

Başlarını bir ara çevirirler geriye:

Ne görsünler, akbabalar beriye,

Bekliyorlar hasretle güzel bir kır şöleni;

Gagalayıp anında yutacaklar öleni.

Kavgacılar, anlayıp birbirine bakışır, Aslan der ki;

Şu an bize barış yapmak yakışır,

Yem olmayarak, gösterilecek akıldır.

Kurt İle Köpek

Sürü köye dağılmış; inek, koyun sağılmış.

Rüzgâr sanki pusuda, bir kıpırtı yok suda.

Vakit gece yarısı, sesi çıkmaz ovanın.

Bağda hiçbir kovanın, vızıldamaz arısı!

Yaklaşan bir kurdun, yassılaşmış avurdu,

Düşünceli yürüyor, yalnız köpek havlıyor.

Kurt, der gamsız köpeğe;

Geç vakitler hayrola,

Koyulmuşsun bir yola?

Köpek, der:

Ay çıktı mı, köy canımı sıktı mı?

Boş durmaktan sıkılır,

Dağ, bayırda gezerim.

Kurt, der:

Görünce seni, içimi bir merak alıyor:

Tosun gibi halini, kim bilir ne sağlıyor?

Yoksa doyup yattığın, nimetini tattığın.

Cennetten bir belde mi?

Kıskanmamak elde mi?

Köpek, der ki:

Yazları, geçiririm çaylarda,

Kışın soğuk aylarda, hissetmem ayazları.

Ne ağrım var, ne sızım,

Beyzadeden farksızım.

Altımda sıcak döşek,

Çekmem açlık kaygısı!

Beğendinse halimi, peşime düş gidelim.

Barındığım çiftlikte, dostumu yedireyim;

Bağlandığım kapıya, seni takdim edeyim.

Kurtta duraklar yerinde,

Çünkü değer gözüne.

Köpeğin boynundaki çürüme.

Köpeğe der:

Sözüne bir diyeceğim yok, ama

Çözülmüştür muamma.

Talih beni hor görür.

Karnım aşı zor görür.

Yalçın dağlar vatanım.

Kar, tipi de yorganım.

Ben bir özgür kurdum.

Yok, tasması boynumun!

İnsan Île Kır Tanrısı

Kır Tanrısı dost olur, bir gün yolda İnsanla.

Gökyüzünden âüşse soğuk bir damla.

Duymuş gibi derinden kara kışın donunu;

Adam hohlar parmağının ucunu!

Tanrı der ki, adama:

Bir açıp, bir kaparsın;

Parmakların ağzında, neler yaparsın?

Cevap verir yoldaşı:

Kırlar soğuk bir yazı,

Hohlamakla hissetmem ayazı.

Önlerine az sonra konur gayet sıcak aş,

Üfleyerek yoldaşı, göstermeden bir telâş,

Başlayınca yutmaya Kır Tanrısı şaşırır;

Duyduğu bir şüpheyi sözleriyle taşırın

İki ayrı zıt işe ağzının bir emeği;

Bu sefer de üflersin sıcak olan yemeği!

Adam, derki:

Eğer, soğutmazsam aşımı,

Ağzım yanar, kurtaramam başımı,

İnsanoğlu naziktir, kaynar aş yiyemez.

Desene ki, işine bir dost işi denilmez;

Tanrı olsan yardım bekleyemem senden,

Uzak olsun dostluğun benden!

Kaypak huylu ağzından.

Sıcak ile birlikte demek çıkar soğuk da.

Gezmektense seninle,

Kalmak iyidir bir başıma!

İhtiyar Aslan

Aslan halsiz; diş, tırnağı sökülmüş,

Sağrısında parlak tüyü dökülmüş.

Yelesinden sinekleri kovamaz,

Değil kaplan, bir pilici boğamaz!

Aptal karga, gagayla sırt delerek,

Korkak geyik tos vurmaya gelerek,

Her birisi öç almaya koyulur,

Zavallının yüzü, gözü oyulur!

83Sıra gelir bir gün alık eşeğe.

Sınır yoktur taşıdığı neşeye.

Var gücüyle bir çifte de o sallar.

Ah çekerek aslancağız topallar,

Eşeğe der:

Dostu olmaz düşenin,

Sayısı çok sırt, sağrıma üşüşenin!

Bilirim ki artık keder, gam yersiz;

Güçsüz aslan, bir koyundan değersiz,

Madem pençem kuvvetini yitirir,

Düşmanlarım işini tez bitirir!

Üzüldüğüm, senin gibi bayağı,

Bir eşeğin tahammülsüz dayağı,

Düşmanıma böyle talih dilemem,

Ölsem biie lekesini silemem.

Tilki İle Köylü

Avcılar, tilkinin peşine düşünce,

Zavallıyı çaresiz alır kara düşünce!

Can kaygısı ile dili çıkar bir karış.

Bitebilir ölümle şüphesiz bu yarış!

Saklanacak delik yok, düz yol ovalar.

Avcıların yaptığı amansız bir akındır.

Bereket ki, köylünün kulübesi yakındır.

Tilki, soluk soluğa der:

Avcılar kovalar, köylü dayı yardım et!

Sakla beni, kaybedeyim İzimi!

Pişmanlıkla sonraları dövmeyeyim dizimi!

Köylü, der ki;

Dost için esirgemem yardımı,

Üzülürüm hainler etrafını sardı mı?

Emin yerdir kulübem.

Gizler zalim soyundan,

Biraz sonra avcılar kulübeyi görürler.

Sormak için tilkiyi kapısına yürürler.

Köylü dayı, alamaz kendisini oyundan.

Çünkü gelir aklına bir tilkinin yaptığı:

Tavukları boğduğu, piliçleri kaptığı,

Daha nice halleri gözlerinde canlanır.

Avcılara baktıkça kinle heyecanlanır.

Adamlar der:

Bir tilkiyi buralarda gördün mü?

Köylü, sözde yok deyip savuşturur diliyle,

Bir yandan da yerini işaretler eliyle.

İnanarak avcılar ihtiyarın sözüne.

Her birisi bir yana dağılarak koşarlar,

Şanslı tilki, selâmete kavuşur.

Tilki, çıkar delikten kurtarınca postunu,

Elbette ki istemez görmek baba dostunu.

Yanaşmadan şükrana.

Başvurmadan bir söze,

Sıvışırken köylüyle birden gelir göz göze.

Köylü, der ki:

Görmedim ben senin gibi nankörü!

Ben canını kurtardım, ama

Sen, bir teşekkürü çok görürsün.

Selâm bile vermeden uzaklara yürürsün!

Tilki, der ki:

Azizim, sen inandır bir körü;

Ağzından çıkanla

Ellerin birbirine uymadan.

Nasıl şükran beklersin

Hiç utanç duymadan!

Yüzdürmeyi diledin biraz önce derimi.

Haber verdin göz kaşla düşman gibi yerimi!

Tilki İle Keçi

Av peşinde bir tilki, düşer ıssız kuyuya,

Çıkmak kolay değil, gelen olmaz hiç suya.

Bir tesadüf o sıra, tilkide şans açılır,

Baş, kıç ata, aksıra, bir toy keçi yaklaşır.

Göz atar etrafına, koşar kuyu başına;

Kapağını dürterek, ağız, dudak sürterek.

Başlar ölçüp biçmeye.

Burnu sanki kovada, küt kuyruğu havada.

Özenir su içmeye,

Tilki, aşağıdan bağırır, ikram için çağırır:

Keçi kardeş günaydın!

Uğramamış olaydın, üzülürdüm doğrusu.

Şerbetlerden tatlı su!

Ne zaman ki, sıcaktan,

Hararetten yanarım,

Koşarım bu kuyuya, soğuk suya kanarım.

Kıraç toprak düzüne.

Bir parça gökyüzüne.

Hasret kalsam ne çıkar,

Böyle sudan kim bıkar?

Keçi karar vererek, arka ayağını gererek.

Başını sokar deliğe.

Fırsatını kollayan, sahte selâm yollayan.

Tilki döner deliye, boynuzundan yapışır.

Kurnaz tilki yanına, cup! diyerek derine.

Düşen keçi apışır.

Tilki, kurt; keçi, koyun;

Böyle biter bir oyun!

Nehirde Su İçen Tilkiler

Bir yaz günü tilkiler, hararetten susarlar,

Su içmeye varınca nehirden korkarlar.

Taşkın bir sel köpüğü, akıntısı sürükler;

Sert rüzgârın soluğu hiç durmadan körükler!

Gösterişe hevesli kabadayı bir tilki.

Korkaklara bağırır:

Nehir kuyu değil ki!

Aranızda yok mudur, yiğit olan biriniz?

Sonra birden dalıp der:

Suya böyle giriniz!

Tilki yanar zavallı, yiğitlik ateşinde.

Atılınca çılgın dalgaların bağrına,

Dört ayağı andırır cılız birer küreği.

Kopuk dümen kuyruğu, hep atar yüreği.

Artık elden kaçmıştır çoktan ucu yuların.

Sürüklenir bir anda ortasına suların!

Soydaşları haykırır:

Sen ki yiğit bir ersin,

Bırakarak bizleri nerelere gidersin?

Korkun yoktur, biliriz akıntıdan, boradan;

Bari göster sığ yeri, su içelim oradan!

Palavracı anlar ki, suların yok şakası,

Azrailin eline geçmiş iki yakası.

Hâlâ yiğittir, ama sanmayın ki dövünür;

Başı suya gömülü, son anda da övünür:

Arkadaşlar bekleyin, yolum kısa nehirden.

Bir iş için acele istiyorlar şehirden!

Dönüşümde söylerim içilecek yerini;

Anlarsınız nere sığ, neresidir derini!

Eşek İle Aslanın Avı

Günün erken vaktinde eşeği de alarak,

Ava çıkar bir aslan, ormanlara dalarak,

Birçok keçi ilişir gözlerine bir ara,

Çok korkunçtur, ama saklanılan mağara.

Eşeğe der aslan:

Ben düşündüm bir pusu,

Kapıdayım olmasın, yüreğinin korkusu.

Mağaraya hücum et, çıkanları tutarım,

Ayırarak hisseni kalanı ben yutarım.

Saldırarak ok gibi, eşek panik yaratır,

Keçilere girecek başka delik aratır!

Aslana da gün doğar.

Orman eşsiz beldedir;

Oynatmadan kılını yağiı nasip eldedir!

Eşek fırlar delikten hengâmenin sonunda.

Eda vardır yiğitçe narasının tonunda.

Derki:

Avın kendisi değil, namı asıldır;

Beğendin mi düşmanı kaçırışım nasıldır?

Aslan der ki:

Tozlanan gözlerimi silmesem.

Doğrusuya bir eşek olduğunu bilmesem,

Korkacaktım ben bile, anırtılı borundan;

Kaçacaktım attığın çiftelerin zorundan!

Seni İyi bilene karşı sakın övünme.

Mahcubiyet duyarsın para etmez dövünme.

Bora İle Güneş

Bora tutmuş dağ, taşı;

Selden ağlar çay, dere.

Kavakların dik başı,

Alın koyar yerlere,

Ulu çınar inilder!

Azametli bora der:

Soyum şanlı bir bora.

Başvurarak her zora.

Dilediğimi yaptırır.

Nehre yollar saptırır,

Kaybederek dal, budak;

Ölü yatar çam, meşe!

Göz atarak güneşe.

Sonra büker bir dudak.

O sırada bir yaya.

Çıkar yayla yolundan.

Korkunç rüzgâr yüzünden.

Sarılmıştır paltoya.

Bora soluk keserek,

Zehir gibi eserek.

Güneşe der övünerek:

Bakalım kim güçlü,

Kim daha sert kayadan?

Toprak kara, gök koyu,

Üstündeki paltoyu.

Kim attırır yayadan?

Er meydanı ovalar!

Bitirirken bu sözü.

Dal yaprağı kovalar.

Görmez olur göz gözü,

Sığınarak bir dama,

Kuşlar arar kovuğu.

Yelin artar soğuğu!

Bora, şaşkın adama.

Yakarak sürünür,

Kamçılar doya doya.

Lâkin yolcu paltoya.

Daha beter bürünür.

Güneş çıkar buluttan,

Yüzü güler umuttan,

Korkunç borayı,

Tatlılıkla dindirir;

Kuşu dala bindirir,

Cennet yapar engini.

Tatlı emre uyarak. Yolcu güven duyarak,

Yük taşımaz yol boyu.

Atar ağır paltoyu.

Emri aşka dayatan,

Güneş günün galibi.

Çünkü güven yaratan,

Güler yüzün sahibi,

Eşek İle At

Köylü gider pazara, önündedir eşeği,

Hayvan ağır meşeyi, taşıyamaz bir ara.

Yollar uzun dağ, bayır; yara olur sağrısı.

Sırtında kalmaz hayır, artar vücut ağrısı,

Yanındaki tombul at,

Bir gözdeden çok rahat,

Yüksüz, gölge sürüyor;

Tıkır tıkır yürüyor.

Eşek der ki:

At kardeş, bana biraz acı!

Yemi benden bol yersin,

Güzel çullar giyersin.

Sahibin tıpkı öz anan;

Ne sırtına taş yükler,

Ne değnekle dürrükler!

At, kendine dertlenen yoldaşına aldırmaz;

Başını bile kaldırmaz.

Merak nesine, derdi yok;

Sırtı kalın, karnı tok!

Eşek diker nalları,

Ahi tutar ölünün,

Elbette ki köylünün.

Yerde kalmaz malları;

Aktarılır ata yük,

Başa gelen dert büyük;

Sopa sırtı çürütür.

Yürüttükçe yürütür.

Sırtına vurur yükü.

Hiçbir zaman affetmez,

Hayat zalim olanı.

Kurt İle Eşek

Otlamaya koyulur bir gün eşek çayırda,

Sezdirmeden avına kurt gözetler bayırda.

Felaketi hisseden eşek mahsus topallar;

Kuyruk, kulak düşürür,

Yorgun yorgun baş saliar!

Aşmasına kurt avın fırsat koymaz geçitten.

Hemen koşar yanına atlayarak bir çitten;

Yazık olmuş, vah sana! Derdin ne, anlatsana?

Sorma, sakat ayakla adım adım sekerim,

Çivi kadar dikenden ne acılar çekerim!

Biliyorum, gelişin değil senin boşuna;

Yuvarlacık sırt, sağrım elbet gider hoşuna.

Yiyeceksen, ye beni; Çok körpedir bende et.

Olsun sana afiyet. Yalnız var bir dileğim,

Dilin derde çatmasın; İnce dişli ağzına sivri diken batmasın.

Yaklaş, onu alıver;

Sonra rahatça yiyiver!

Ayağını kaldırır kurt, kanarak sözüne.

Eşek atar çifteyi budur diye gözüne.

Ağzı kanlar içinde, kurt dişleri dökerek.

Der ki, kendi kendine, bir köşeye çökerek:

Benim gibi serseme nedir böyle bir sopa,

Bir kerecik olsun bak katıldığın soy sopa;

Atadan kalma işinde

Gördün mü ki bir zorluk?

Kasaplığa devam et.

Nene lâzım doktorluk!

Tilki, Aslan Ve Kurt

Toplanarak ormanın bir gün kurdu, katırı;

Yapmak için sözleşip bir komşuluk hatırı,

Hasta olan aslanı ziyarete giderler.

Yokluğuna tilkinin efendisi içerler.

Tilki nerede?

Deyip de küstaha hesap sorunca.

Hüküm sürer sessizlik karanlık boyunca,

Haset duyan alçak kurt,

Kaçırmadan fırsatı,

Der ki:

Ulu efendim, ormanın ayı, kurt, atı;

Kralımızı yürekten Tanrı gibi sayarlar;

Yolunuzun üstüne postlarını yayarlar.

Yalnız nankör bir hain. Kendisini hiç yormaz;

Tilki denen saygısız. Hatır sayıp hal sormaz!

Tilki, duyar dışardan bu insafsız sözleri.

Kafasına koyarak kurda bir ders vermeyi.

Kükremeye aldırmaz, duymaz olur hiddeti;

Yumuşatmak isteyip aslandaki şiddeti,

Huzuruna girerek yere kadar eğilir.

Der:

Kralım, kulunuz kıymet anlar, hak bilir;

Bu bir cinsten hayvana hayat veriniz!

Düşündü mü hiçbiri, nasıl geçer derdiniz?

Hâlbuki ben dağ.

Bayır harap ettim kendimi,

Kavuşturmak diledim sağlığa efendimi,

Derman sordum günlerce,

Rastladımsa her kime,

Başvurmaktan bıkmadan bir bir hoca.

Dedim, orman kralı nasıl olur biçare?

Hayvanlar hep bir ağızdan:

Buldun mu, bari derde bir çare?

Tilki:

Hekimlerden birisi,

Dedi, eşsiz ilâçtır yüzülmüş kurt derisi!

Geç kalmadan kralımız,

Kanlı posta sarının;

Efendisi kalınız başımızda yarının!

Bulununca bir çare başa çorap örülür.

Tereddütsün bir anda kurdun işi görülür,

Tilki, gülen bir yüzle dostlarını süzerek.

Tamamlar zaferini son sözünü düzerek:

Varken işin çaresi, çıkarmadan kavga.

Hatadır kralımı sürüklemek savaşa,

Uyup atasözüne bırak kötü huyunu;

Kazma kuyu kimseye, kazan olur kuyunu!

Kurt İle Köpek

Bir çiftliğin önünde uyuyan bir köpeği,

Görünce kurt, ağzının sularını akıtıp,

Zavallının üstüne merhametsiz çullanır.

Köpek bakar iş kötü, kurnaz bir dil kullanır:

Bir deri, bir kemiği ne çıkar ki yemekten?

Fayda görmezsin, harcadığın emekten,

Efendimin haftaya olacak bir düğünü,

Köpek, kedi bekleriz böyle güzel bir günü,

Hayaliyle şimdiden artmakta neşemiz.

Görürsünüz o zaman kulunuz nasıl semiz.

Ensem kalın, karnım topu andırır!

Tatlı diii köpeğin, aç gözlü kurdu kandırır;

Düşünerek etin yağlısını, bolunu,

Dönmek için inine, tutar orman yolunu.

Aç kurt, av semirmiş sanarak.

Taze etin hayali, hasretiyle yanarak.

Erken erken soluğu alır çiftlik önünde.

Köpek yoktur, ama ağıl, avlu önünde.

Üst katına evinin yayılarak güvenle,

Ne zaman ki dışarıda tak tak! Kapı vurulur;

Kurt, sabırsız bir sesle avına bağırır.

Hatırlatıp sözünü aşağıya çağırır.

Köpek der ki:

Beni aptal mı sandın o kadar?

Topla tası, tarağı defol buradan!

Sana son bir öğüdüm:

Dostumu üstün tutmam canımdan,

Düğün müğün bekleme.

Hemen savuş yanımdan!

Bir daha da dikkat et

Açtırma hiç gözümü.

Uyur halde bulursan yemene bak özümü.

Tehlikeyi vaktinde akıllıca savınız;

Avcı olur sizin avınız,

Kartal İle Tilki

Bir gün kartal sözleşır komşusu bir tilkiyle.

Bağlanırlar ikisi karşılıklı ilgiyle.

İki dişi, söz verir; yardımlaşma derindir;

Anaların huzurdan yürekleri serindir.

Yüksek ağaç üstünde bol yapraklı bir dalı.

Yuva için yer seçer bozkırların kartalı,

Tilki, ağaç dibinde in yapar bir kovuğu,

Etki etmez ne sıcak, ne de kışın soğuğu,

Bir aralık ava çıkar tiiki yuvadan.

Aksilik ya kartaf da avsız döner oyadan.

Yavruları tilkinin hoş görünür gözüne;

Kıymet vermez o anda

Boş bir dostluk sözüne.

Yuvasına uçurur yavruları kapınca.

Tilki anlar suçluyu, ne yazık ki bir kine.

Kapılarak kartaldan öç almaya imkân yok;

Taştan ağır vücudu, ne kanat var ne de ok.

Çaresi yok ki başka başı öne eğmekten;

Sözle bile çekinir bu konuyu açmaktan.

Kolay kolay kapanmaz yüreğinin yarası,

Ahi tutar tilkinin, çok geçmeden arası.

Kırda bir gün adamlar çalı çırpı yakarak.

Kurban keçi etini çubuklara takarak.

Kızartırlar ateşte Gök Tanrısı adına.

O esnada aç kartal taze etin tadına,

Hasret duyup göklerden yere doğru saldırır,

Kıvılcımlı bir budu yuvasına kaldırır!

Hayrı olmaz canına böyle kutsal bir malın.

Alev sarar bir anda yuvasını kartalın.

Kanatsızdır yavrular, yuvarlanır toprağa,

Tilki ağaç dibinden toplar yavruları,

Gözlerinin önünde, hain kartala.

Dönekliği öğretir birer birer yutarak.

Hekim İle Hasta

Çok hekime başvurur, kuruntulu bir hasta,

Koyar aynı teşhisi bakanlar iik anda:

Ölüm yoktur sonunda,

Yalnız uzun derdiniz,

Hasta demez birine;

Bana ümit verdiniz.

Yetinmesi imkânsız kalır, hekim sözüne,

Baktırmaya koyulur

Son bir uzman gözüne,

Hekim der ki:

Kurtarmak, mucizedir postunu;

Zor çıkarsın yarına.

Çabuk gör eş, dostunu!

İkindiye bırakma vasiyeti yazmayı,

Unutmasın uşaklar mezarını kazmayı!

Artık tası, tarağı topla, günün dolmuştur.

Kısacası bu işte bir gecikme olmuştur.

Açıklar zalimce, hekim ölüm hükmünü!

Hasta görür birçok uzun haftayı.

Yılı bulur kör, topal ahirete gitmeden.

Karşılaşır hekimle bir gün vâde bitmeden,

Beti, benzi kül gibi, belli hasta üzgündür;

Nekahetin verdiği halsizlikle süzgündür,

Hekim der ki, Bakarak tutmaz olmuş dizlere:

Hoş gelmişsin, Ne haber, ahiretten bizlere?

Adam der ki:

İlaçmış öbür dünyanın suyu.

Bırakmadı üstümde bir hastalık eseri.

Meğer cennet ne hoşmuş,

Zevk içinde yüzülür.

Bu ahirettekilerin yalnız biri üzülür,

Tanrı'ya der Azrail:

Hekim kullar azmada.

Ömürleri uzatan reçeteler yazmada.

Saygısızlar, ne hakla işimize karışır.

İşimi engellemekte birbiriyle yarışır!

Yaptıkları yetkisiz geciktirme yüzünden,

Görmez olduk bir hayır

Son yılların güzünden.

İzin verin listeye adlarını yazayım,

Birkaç günde topunun mezarını kazayım!

Anladım ki, sana edecekler fenalık;

Tanrı ile Azrail arasında var birlik.

Koyacaklar adını ahiretlik listeye.

Karşı koydum kızarak böyle haksız isteğe;

Hekimlikle dedim, yok, biçarenin ilgisi,

Çağırmayın, dünyada size yarar bilgisi,

İspatına gelince, ben bir şahidim;

Sıhhatimle daha çok, yeryüzüne aidim.

İncelemek hüneri göstermeden bünyemi;

Bir an önce hayattan sürüvermiş künyemi.

Hatâsını çarçabuk düzelttiniz bereket;

Sayenizde dünyaya tekrar ettim hareket.

Sözlerime inanıp hakikati Dildiler;

Af dileyip adını hekimlikten sildiler!

Aslan İle Boğa

Aslan, bir boğayı öldürmeyi kurmuştur,

Fırsatsızlık yüzünden teşebbüsü durmuştur.

Bir gün, der ki içinden:

Güççe onun kadarım;

Tanrı için yalandan tuzak koyun adarım.

Aldanarak yemeğe davetime kurulur.

Bir dalgınlık ânında can evinden vurulur.

Ev sahibi, boğayı karşısına almıştır;

Adak olan koyunu methetmeye dalmıştır,

Boğa bakar ki,

İnde ne kuzu var, ne koyun,

Lâkin hazır kap, kaçak

Meydandadır bir oyun.

Kasap dizmiş sıraya, (eğen, kebap şişini;

Boğa baba dostunun anlar adak işini.

Kaptırmadan tuzağa kaçar kafa, kolunu;

İn kapısı dışında sağlar dönüş yolunu.

Kestirmeden yönelir cankurtaran dereye.

Ev sahibi seslenir:

Böyle hemen nereye?

Eden mi var kötülük?

Nem kaparsın buluttan,

Mahrum etme dostunu,

Şeref veren umuttan!

Boğa der ki:

Dizili inin şişi, leğeni;

Sonuna erdirir, ona baş eğeni!

Vay haline hem güçsüz.

Hem akılsız doğanın;

Niyeti yok törene katılmaya boğanın!

Yaralı Kartalla Tilki

Uğrayarak kara bahtın yeline.

Kartal düşer bir zalimin eline!

Zavallının haberi yoktur suçundan.

Adam keser kanadını ucundan.

Sonra atar tavuk, ördek içine.

Bu hal tak der, biçarenin canına;

Dar kümeste yalpa vurur, sürünür;

Boyna büyük matemlere bürünür!

İyi kalpli bir adam.

Kurtarmak için kartalı.

Satın alır sahibinden parayla.

İlgilenir sırtındaki yarayla;

Merhem sürer, tüy dibini ovalar.

Gün geçtikçe tüyler tüyü kovalar.

Ateş söner bir bacayı sarmadan,

Kartal uçar mevsim kışa varmadan,

Ödenecek şükran borcu var diye,

Bir tavşanı sunmak ister hediye,

Tilki görüp, der ki:

Bu yaptığın aptallık!

Gördün mü bu efendinden bir kötülük?

Adam zaten iyi kalpli doğuştana

Bağış istemez senin gibi bir kuştan.

Sen asıl ötekini sevindir;

Girmek için çaiış onun gözüne,

Güven olmaz çünkü kötü yüreğe,

Tekrar tutup kanadını yolmasın?

Yahut ondan daha beter olmasın.

Yaşlı Kadın İle Hekim

Bir fakir gözlerinden hasta olur bir zaman,

Etrafı kaplar sanki bir duman!

Şifa için çaresiz,

Gözden çıkararak parayı,

Davet eder hekimi, geçirmeden arayı.

Hekim, der ki:

Gözünüze inmiş ağır bir nezle,

Merhem sürüp çok sıkı saracağım bir bezle,

Yalnız ricam, sargıyı bir gün sonra çözünüz;

Kör olmaktan, ağrıdan kurtulacak gözünüz!

Sonra adam, asıl işin icrasına koyulur,

Gözü bağlı hastasının malı, mülkü soyulur;

Hekim, kısa bir zamanda ne bulduysa aşırır.

Gözünü açan kadın, manzaraya şaşırır:

Ortalık bir yangın yeri.

Ne çömlek var, ne bakır;

Hırsız hekim sayesinde evin içi tam takır!

Ücretini talep için gün vardırmaz haftaya,

Adam koşar kurtardığı hastaya.

Yaşlı kadın inkâr edip, vermeyince parayı,

Bulmak düşer mahkemeye,

Hak yoluyla arayı.

Hâkim der ki, kadına:

Niçin haktan şaşarsın?

Bu adam sayesinde sağlam gözlü yaşarsın!

Kadın der ki;

Ona, niçin para vereyim?

İsterdim ki, devasıyla bir şifaya ereyim.

Gözlerimi eskisinden kötü etti bu hekim!

Çağırmadan önce kendisini nitekim

Hiç değilse evimde ben,

Halı, kilim görürdüm,

Elim, gözüm mallarıma değerek yürürdüm.

Şimdi bundan bile mahrum halde yaşarım;

Yalancının davasına bakmanıza şaşarım!

Tavsanla Kurbağa

Tavşanların, bir gün canı sıkılır,

Korka korka yaşamaktan bıkılır.

Dünyada yok, derler, bizden yüreksiz;

Derdimiz çok, sevincimiz süreksiz.

Kurdu, kuşu peşimize takılır;

Soyumuza korkak gözle bakılır,

Kuvvetimiz yetmez bile kediye,

Madem böyle, yaşayalım, ne diye?

Uzun ömrün cefasından yılarak,

İntihara gölde karar kılarak.

Boğulmanın bir plânı yapılır,

Birçok tavşan kayalara dizilir.

O sırada sesler gelir etraftan,

Kurbağalar suya atlar duvardan.

Tavşanlardan biri der ki:

Kendimize gelip, bu karardan cayalım;

Dünyamızdan tavşanları kim kovar?

Bizden daha korkakları demek var!

Giremedim, diye korkup bir bağa.

Kıyıyor mu hayatına kurbağa?

Boş yere neden canımıza kıyalım?

Bahtımızdan biz de hayat umalım.

Hırsız Çocuk İle Anası

Okulundan bir çocuk.

Başlar eşya çalmaya.

Bir gün kalkar sıradan,

Gizlice kalem almaya,

Ertesi gün bir çanta,

Başka gün taştahtası;

Aşırmanın nihayet olur bir gün hastası!

Çocuğunun yaptığı hırsızlığı ayıplamayı,

"Sakın çalma!", diye öğüt vermeyi,

Halden memnun anası.

Aklına bile getirmez.

İkaz eden olsa da kulağına lâf girmez.

Aylar geçer aradan, çocuk olur bir hırsız,

Yakalanır suçüstü günün biri hayırsız.

Ellerini bağlayıp götürürler asmaya.

Ardı sıra anası başlar feryat basmaya.

Döver durur göğsünü, ama geçer iş işten

Çok sevgili evlâdı dönmez ipe gidişten!

Yolda kadın üzgündür.

Dalar derin bir gama,

Oğlu der ki:

Bırakın, son sözüm var anama!

Delikanlı bir anda askerleri yararak,

Annesinin yanına kızgınlıkla koşarak.

Dişleriyle koparır bir kulaktan memeyi,

Boş görür hıncından,

Son bir söz söylemeyi.

Kadın der ki:

Az utan, bunca yıllık anayım.

Bir de acı hakaret derdine mi yanayım?

İşlediğin ağır suç günahına yetmez mi?

Beni sakat bırakman, Seni mahcup etmez mi?

Oğlu der ki:

Namusu, doğruluğu övseydin,

İlk çaldığım kalemi görünce dövseydin;

Ne ben bugün ipe sürüklenip giderdim,

Ne de seni kulaktan mahrum ederdim!

Horoz İle Hırsızlar

Gece, günden hayırsız.

Üzüntülü üç hırsız.

Çünkü talih kapkara,

Evde ne mal, ne para!

Yürüyerek siperden,

Girdikleri bu yerden,

Çıkarlar yüz asarak;

Ayakucuna basarak.

İnerlerken bir damdan,

Toplanırlar duvarda.

Uyanık bir insandan.

Hiçbir iz yok civarda.

Yalnız cırlak saygısız.

Horoz denen kaygısız.

Damda gezip tozuyor,

Planları bozuyor! İmkân olmaz kovmaya,

Karar verir yoldaşlar,

Gevezeyi boğmaya,

Horoz yalvarmaya başlar:

Eylemeyin etmeyin,

Ömrümü tüketmeyin!

Günün her iş adamı,

Bilir eşsiz faydamı,

Bağ, bahçeye dalanı!

Şafakta çan çalarım!

Üç hırsızın gözleri.

Keser yanık sözleri:

Çatıları, damları.

Haram eder hırsıza.

Uğursuz adamları.

Dikersin karşımıza!

İş vaktimiz şafakla.

Bülbül gibi çınlarsın;

Sonra bizden ne hakla.

Bağışlama dilersin?

Baca, duvar, dam, saçak;

Sen haberci, biz kaçak.

Gecen tatsız gündüzden!

İstediğin hangi hak?

Asıl seni bu yüzden,

Boğmalıyız avanak!

Tanrı Heykelini Taşıyan Eşek

Eşek, bir gün pazara taşır Tanrı heykeli,

Yükten çöker sırt, beli.

Ya yediği papara.

Başı, gözü çürütür,

Zorla gövde sürütür.

Eşek düşmez kaygıya.

Bakar yolda adamlar,

Eğilerek saygıyla.

Kendisini selâmlar.

Sanır ki, bu diz çökmeler,

Dualar, yaş dökmeler,

Kendisine yapılır,

Bir hayale kapılır.

Değişince durumu.

Gelir Tanrı kurumu.

Şikâyetten inlemez,

Sahibini dinlemez:

Ben Tanrı'yım yürümem;

Yük altında çürümem!

Çiftçi kapıp sopayı.

Bir köşeye sindirir.

Bir eşeğe hak payı.

Budur, diye indirir.

Sonra der:

İş bitmiş de,

Bizden akıl gitmiş de.

Sıra gelmiş tek şeye;

Senin gibi eşeğe.

Kul, kölelik yapmamız,

Tanrı diye tapmamız!

Hasta ASLAN

Aslan artık yaşlıdır,

Hayat yolu taşlıdır.

Kurt, kuş gelmez yanına;

Açlık yeter canına!

Der ki:

Bu derdin dermanı,

Başvurmaktır hileye;

Güç, kuvvetten fermanı,

Yasak edip kendime.

Bir kötürüm olayım.

Yalancıktan solayım.

Avlar dostluk kapanı,

Her ziyaret yapanı!

Hayvanları ormanın,

Bir merhamet duyarlar.

Hastaya hal sormanın,

Adabına uyarlar,

Tilki, bakar in yolu.

Ayak izleri ile dopdolu.

Ayak izi yolunda.

Hissedince olanı,

Bir gün yalan dolanı.

Vurmak için yüzüne,

Dağın siper yerinden.

Hasta aslana seslenir:

Efendime derinden.

Ne çok sevgi beslenir;

Ben de fırsat gözlerim!

Aslan biter bu sese,

Avı hemen kafese.

Arzu eder koymayı,

Hayal eder doymayı:

Bu dostluğa ne engel?

Yaklaş cevap vereyim,

Sofram hazır, haydi gel;

Muradıma ereyim!

Tilki der ki:

Beni bir tutma kör, sağırla.

Aptal bir dost ağırla!

Dört açmışım gözümü,

Hastalığın gizleri.

Gözlerimin önünde!

Bütün ayak izleri.

İne giriş yönünde.

Paylaşayım demeye,

Gelen derdi bölüyor;

Tuzak bir yemeye,

Oturmadan ölüyor!

Hırsızlar Ve Eşek

İki hırsız, çaldıkları bir eşek yüzünden kavga etmeye başlamışlar. Hırsızlardan biri satalım, diyor­muş; öteki ise satmamakta direniyormuş. Sonunda kavgaya tutuşmuşlar, Başlamışlar yumruk yumruğa kavga etmeye...

Onlar sille tokat kavga ededursun, bir üçüncü hırsız gelmiş eşeği çekip götürmüş.

Bu masaldan alacağımız güzef dersler var. Eşek, bazen bir ülkedir. Hırsızlar ise krallar.,. O kadar savaşırlar, uğraş verirler; fakat aldıkları hiçbir ülke kendilerine kalmaz, Onlar savaşadursun, hatta üçü de savaşsın; bir dördüncü hırsız çıkar, üçünün de canına okur,

Yapılacak en güzel şey uzlaşmaktır. İnsanlığa faydalı olan en güzel şey ne ise onu yapmaktır.

Tilki İle Aslan

Eşek ile tilki, iki kafadar,

Bulamazlar bir eğlence av kadar.

Bir gün civar ormanlara dalarak.

Dişe gelir hayvanlara saldırarak,

Hoşça vakit geçirirler. Ne yazık,

Tilkicikte ayak olur bir kazık!

Kalbi başlar gümlemeye derinden,

Aç bir aslan bile kaldıramaz yerinden!

Düşünüp der:

Çaresini bulurum.

Şakası yok, tehlikeli bir durum!

Yavaşçacık yaklaşarak aslana,

Der ki:

Güzel bir teklifim var sana:

Yoldaşımın farkı yok çöl yelinden,

Kuşlar gibi kaçabilir elinden,

Eğer beni bırakırsan elinden.

Eti körpe bir eşekle dönerim.

Emret, onu bir çukura tıkayım.

Huzuruna yüz akıyla çıkayım.

Razı olur aslan, tilkinin sözüne,

İş bitince lakin tilki gözüne.

Av görünür bir an evvel yenecek,

Bu fikrine elbet olmaz denecek.

Der içinden:

Bağla ipi .sağlama,

Avsız kalıp pişmanlıkla ağlama,

Yemene bak önce kurnaz tilkini;

Kaçırmamak doğru avın ilkini:

Belki pençen sonra onu yıkamaz,

Eşek elde, çukurundan çıkamaz.

Karga İle Tilki

Karga peynir çalarak.

Gagasına alarak.

Bir gün dalda pinekler.

Açlık kolay değil ki,

Başı dönen bir tilki,

Gündüz, gece av bekler,

Der ki, kendi kendine:

Döneceksin boş ine,

Madem aklım yamandır.

Aldatacak zamandır.

Son peyniri bir aşır!

Hemen dala yaklaşır.

Kargaya der:

Ak rengin, dünyamızda yok dengin.

Sende olsa bir de ses.

Seçilirsin prenses!

Tilki emin kendinden,

Karga geçer kendinden.

Poh poh gider hoşuna.

Ne kaçar, ne nazlanır.

Mademki, sesim güzel, der:

Şakıyayım bir şuna!

Gak! diyerek sesini.

Hayranına duyurur;

Ağzındaki peyniri,

Aç tilkiye kaptırır.

Tilki der:

Hoş gakların.

Karaların, aklann.

Yer, gökte göz alıyor.

Tek kusurun kalıyor:

Tann'ya koş, yan, yakıl,

Versin biraz da akıl!

Tok Kurt İle Koyun

Hain kurdun karnı tok,

Et, kemikte gözü yok.

Rast gelir bir koyuna.

Düşer başçık, boyuncuk.

Korkusundan koyuncuk.

Yatar boylu boyunca!

Kurt der:

Benden korkma.

Ürkek bir hal takınma,

Midemle yok hiç zorum.

Yalnız vardır bir sorum:

Söylersen üç doğru söz,

Senin için hazır af.

Gamsız kurda, der koyun:

Birinci söz kendime:

Bir belâdır kurt soyun!

Keşke bugün gözüme,

Kara toprak dolsaydı.

Seni görmez olsaydı!

İkincisi, yüzünü,

Madem görmüş gözlerim,

Tatmaktansa bu günü,

Körlüğümü özlerim!

Üçüncüsü sözümün:

Benim gerçek dileğim.

Her koyuna bir gaye:

Kurt tutulsun vebaya.

Ölüm, dehşet salmasın;

Soyu, sopu kalmasın!

Doğru söze ne denir,

Borç olan af, ödenir.

Faralerin Konseyi

Becerikli tekir, evde panik yaratır.

Farelere girecek bin bir delik aratır,

Çıkmak için dışarı,

Başvurmak güç çareye;

Ev bir mezar fareye!

Muhtaç halde lokmaya geçirirler kış, yazı.

Canlı kalır pek azı, Razı olur yaşayan,

Hattâ tane yutmaya. İmkân mı var fareler karşı koysun avcıya!

Göze almaz hiçbiri harbin böyle zorunu;

Kedi değil karşıda sanki şeytan torunu!

Evde geçen hayattan bir gün tekir bıkarak,

Eğlenmeyi arzular gezintiye çıkarak,

Neşelenmek hevesi adımından bellidir.

Bıyıkları sipsivri hassas çelik tellidir.

Bütün günü befki de eğlencede geçecek,

Kim bilir o ne zarif, ne kibar eş seçecek!

Farelerden bir yaşlı bu hali şans sayarak.

Müjde veren haberi delik delik yayarak,

Derhal konsey halkına, inandırır soyunu.

Akıllı bir fare oynanacak oyunu. İzah edip kürsüde canlandırır durumu.

Bir gayeye sürükler heyecanlı kurumu:

İstemezsek düşmeyi bir av gibi koynuna.

Bağlayalım kedinin bir çıngırak boynuna!

Böylece önceden çalmış olur harp çanı.

Tanrı korur düşmanın pençesinden sıçanı!

Nefret saçan sözlerle ateşlenir duygular.

Doğru plânı hangi fare uygular?

Kuş uçurmaz kedi bu, çalışır beş duyusu;

Gözü, burnu, kulağı ölümün kör kuyusu!

Tetikteki hayduda ha çıngırak bağlamak;

Ha asmaya kendini bilerek ip yağlamak!

Her birinin konseyde sinirine dokunulur,

Kim yapacak denince gözler öne eğilir.

Biri bozup sükûtu, değilim der, budala.

Nasıl balta vururum tutunduğum bir dala?

Başka biri haykırır, hele ben hiç takamam.

Dizim titrer, kedinin suratına bakamam!

Boşluk kaplar salonu. Biter coşkun palavra.

Tamamıyla birlikte terk edilir bu havra.

Çıngırağı bağlamak öğüt veren olaydır;

Geleceği görmeden.

Karar vermek kolaydır.

Çoban İle Karga

Kuzuyu kapan kartal gökyüzünde süzülür,

Aç karnıyla ala karga üzülür.

Kıskançlıkla bir tarafa büzülür:

Ben de onun gibi güçlü bir kuşum;

Pençem sivri, ondan farksız uçuşum;

Gagamda ile çaldıklarım koskoca!

Böyle deyip karga konar bir koça.

Sofra kurmak arzusudur yuvaya.

Avı ister tez uçurmak havaya.

Pençeleri kıvrık yüne takılır,

Zavallı: Gak! Gak! Diye yanıp yakılır!

Bir karganın ah, vahından kime ne?

Çoban koşar otlak boyu çimene,

Çünkü tuhaf haller sezer koçunda,

Der:

Garip çırpınmalar var bunda.

Gidip de bir anlayayım olanı!

Fark edince koçundan yün yolanı,

Bağışlamaz maskaranın suçunu;

Kesip iki kanadının ucunu.

Kargayı kor bir yanına torbanın,

Akşam, vakti gelir çorbanın.

Eve dönen çoban atıp gocuğu.

Etrafına toplar çoluk çocuğu:

Der:

Bu kuşun söyleyiniz, ne adı?

Bilmeyince kimse kopuk kanadı.

Çoban kendi cevap verir soruya:

Hücum eden bağ, bahçeye, koruya,

Büyük işler yapan kendi boyundan,

Malûmunuz kuştur karga soyundan!

İsterseniz bir de ona soralım;

Diyecektir bir koç kapan kartalım.

Kurt İle Leylek

Kurt, bir ırmak taşında;

Avı yanı başında,

Zevkle başlar yemeye.

Lâkin çatar kemiğe!

Gözü görür ne suyu.

Ne de körpe kuzuyu;

Sanki birden sivri ok.

Boğazına saplanır.

Gayretinden fayda yok.

Ver, gök ahla kaplanır!

Yara ağır bir yara.

Kurt etrafa saldırmaz,

Lütfün bini bir para,

Lâfa kimse aldırmaz.

Kurda yalnız leylek der:

Bir zavallı ah eder.

Gagam emre amade;

Bir tek ricam var sâde:

Ben bir fakir leyleğim,

Kuru,sözü neyleyim.

Yemin et bol paraya.

El süreyim yaraya.

Kurt ederek bir yemin.

Der ki:

Benden ol emin;

Kurt sözünün eridir,

Ne istesen yeridir!

Kısaca bir zamanda,

Leylek işi başarır,

Sevincinden o anda.

Kurdun gözü yaşarır,

Artık diri kalacak!

Saparken in yönüne.

Leylek geçer önüne:

Hani bizim aiacak?

Kurt der:

Dost bir hekimden.

Böyle nankörlük ummam!

Alacaklı kim, kimden?

Bu suçuna göz yummam!

Boğazıma girersin.

Boyun ısırmam, baş yutmam;

Düşmanımla bir tutmam;

Borç der, ayak dirersin!

Arar iken aşımı,

Derde sokma başımı!

Göz yummuşsa dişlerim.

Bir günah mı işlerim?

Umma vefa kötüden.

Yol çıkmaza girince,

Olur, senden hak güden!

Yaparsan bir yardımı;

Tehlikeyi atlatsın,

Tamamlasın işini,

Bir düşmandan berbatsın.

Gıcırdatır dişini,

Hatip İle Dinleyiciler

Atinalı bir hatip, başlar derin nutkuna.

Zanneder ki, dinleyen benzeyecek tutkuna.

Bir de bakar etrafına, esneyenle doludur,

Der ki:

Masa! anlatmak İlgi çekme yoludur!

Yoruldunuz dikkatten nutka kulak asalı,

Nakledeyim sizlere hoş bir Ezop masalı!

Dostlarımın huzuru benim için bir gaye!

Halk:

"İsteriz!" deyince, Şöyle başlar hikâye:

Toprağın Tanrıçası, yoldaş diye canına,

Kırlangıçla balığı bir gün atıp yanına,

Güneşli bir havada yolculuğa düzülür!

Tahammülsüz kırlangıç, göğe süzülür,

Görmesiyle ırmağı balık suya dalmıştır;

Yol üstünde Tanrıça, arkadaşsız kalmıştır!

Hatip, sona erdirir buracıkta masalı.

Dinleyenler, hatibe bağırırlar merakla:

Biri gökte yoldaşın, biri suda yer kapmış!

Bahsetmedin, ya Tanrıça ne yapmış?

Ne yapacak Tanrıça, sizin gibi bilgisiz;

Kıymet verip masala, yurt işine ilgisiz,

Aylak ömür süreni bir hatibe sınatmış.

İşte, böyle kızarak el âleme kınatmış!

Tilki İle Dostları

Köpek ve horoz, bir gün yola düzülür.

Köpek, akşam ofunca bir köşeye büzülür,

Yem olmamak için ormanda kurt, çakala,

Yorulan horoz da çıkar yüksek bir dala.

Lâkin başiar ötmeye şafak sökmeden,

Koruluğa sabahın aydınlığı çökmeden!

Hain tilki, gizlenir gölgesine ağacın,

Kulakları şüphesiz kiriştedir bu açın!

Tatlı sesi horozun bir ziyafet çağrısı;

Ne bırakır gam, keder ne de vücut ağrısı.

Tilki allı avının hayaliyle beslenir.

Sivri burnu havada genç horoza seslenir:

Mest oldum, sesinden.

Nağmelerin çok yanık;

Göze uyku girer mi, hayranların uyanık!

İnmek için aşağı bas ayağını sırtıma,

Kardeşimi basayım sevgiyle bağrıma!

Hasretinden neşesiz geçer ömrüm bir inde!

Horoz der ki:

Kapıcı, yatar ağaç dibinde.

Yer yapalım sohbete güvenli bir yapıyı.

Uyandır ki, acele bize açsın kapıyı!

Tilki, şakrak horozun lâflarına kanarak,

O civarda gerçekten kapıcı var sanarak,

Yaklaşınca ağaca düşer düşman koynuna;

Pusudaki köpeğin dişi geçer boynuna!

Düşmanı yenecek gelecek rakip bulun,

Kurdu kurda boğdurup, beladan kurtulun.

Gelincik İle Tavuklar

Bir gelincik duyar ki, kümes halkı hastadır,

Doğru koşar çiftliğe, yalancıktan yastadır.

İçinden der:

Tam fırsatı, dert yüzünden kim kime?

Değiştirir kılığı, benzerim bir hekime,

Sezdirmeden gizlice içeriye dalarım.

Sayesinde aklımın birçok tavuk çalarım."

Gelincik der kapıdan:

Huylu gerek huyunca,

Dostlarımı kümeste hastalanmış duyunca.

Şifaları yolunda uğradım ki, bakayım.

Sırta şişe çekeyim, göğse yakı yakayım.

Dostluk böyle bir günde belli olur sanırım!

Tavuklardan biri der:

Dostumuzu tanırım.

Hekimliği nasıldır, denemişiz onu da.

Söylenecek tek sözüm sana böyle konuda;

Uzak olsun yardımın,

Yok da hekim çağrımız.

Def olursan geçecek daha çabuk ağrımız!

Hekim İle Hasta

Yalan sözle bir hekim, güya sağlık koruyor.

Hastasına:

Nasılsın? diye her gün soruyor.

İlk gününde hasta der:

Terden harap olurum,

Gözlerimi açmadan halsiz halsiz solurum.

Hekim der:

Oh ne İyi, derdi kökten sökersin;

Vücudunun zehrini terleyerek dökersin!

Ertesi gün hekimi, tekrar eder soruyu,

Hasta der ki:

İçimin var titreyen bir hali,

Zangır zangır dişlerim birbirine vuruyor,

Hararetin zorundan dudaklarım kuruyor!

Hekim der:

Oh ne iyi, yükü toptan atarsın;

Umarım ki, yatakta artık pek az yatarsın!

Üçüncü gün, hastaya yine hali sorulur,

Adam der ki:

Dizlerim bir adımda yorulur.

Gece gündüz boyuna dışarıya çıkarım.

Karnım ağrır durmadan.

Hayatımdan bıkarım!

Hekim der:

Oh ne iyi, derdin alır hızını;

Sancın sona erdirir, bütün ağrı, sızını!

Bir yakını hastanın hatır sorar aynı gün:

İnşallah çok iyisindir, kalmamıştır üzüntün?

Hasta der ki:

İyileşmem o kadar artar ki,

Akın eden sağlığı doktor öyle tartar ki,

Bereketli şifaya gıpta eder soylarım,

Bu gidişle yalandan ahireti boylarım!

Tavşan İle Tilki

Yol üstünde rast gelir.

Bir gün tavşan tilkiye:

Ne farkın var bizlerden, anlamam ki.

Ne diye, derler "Kan yolunda tilki bilir işini!"

Tilki, der ki:

Bırakma kardeşinin peşini,

Biraz bize gidelim,

Hem yemeğimden tadarsın.

Hem de seni kemiren bir şüpheyi atarsın.

Tavşan der ki içinden:

Yine konduk beleşe!"

Lâkin eve varınca.

Ne görsün boş her köşe;

Dişe değer kendinden başka yoktur yiyecek,

Karşısında bu halin bir şey bulmaz diyecek.

Aklı gelir başına, ama geçer iş işten,

Tilki ise memnundur, böyle kendi gelişten.

Tavşan der ki:

Her sersem bu cezaya müstehak;

Kanun olsun sofrana ana sütün gibi hak!

Neme gerek ziyaret güven vermez bir ini!

Neden bilir demişler, senin için işini?

Anlıyorum şimdi ben, bu şöhretin niçinrniş;

Kazancından ziyade, kurnazlığın içinmiş.

Arılar

Petek altın sarısı.

Ballar üzümden tatlı,

Birçok eşek arısı.

Bağa doğru kanatlı!

Dağ, taş inler vız vızdan.

Derler ki, bir ağızdan:

Bağımızı aldınız.

Petekleri çaldınız!

Bal arısı şaşkındır.

Yok, yere hücumlardan.

Yağmacılar taşkındır.

Çölde uçan kumlardan!

Kavga, dövüş, yaz geçer;

Ne bir taraf vazgeçer,

Ne öteki barışır.

Soyun ölür yarısı.

İşe hâkim karışır;

Âdil yaban arısı.

Taraflara şöyle der:

Bu haf eşsiz bir keder.

İki cinsi tanırım.

Akla gelmez kayırmak.

Öz sahibi ayırmak,

Kolay olur sanırım.

Size verdim bir izin.

Tutan, civar dalları,

Bakalım hanginizin?

Benzeyecek ballan.

Telâşı yok, zoru yok;

Bal arısı sanki ok!

Önce hemen o fırlar.

Kolayca bal hazırlar!

Lâkin eşek arısı,

Bakar pabuç pahalı;

Bulmak zor bal özünü,

Yapmak da güç bir balı!

Geri alıp sözünü,

Oğlu, kızı, karısı,

Kanatları açarlar;

Utanarak kaçarlar.

Çoban İle Köpek

Çoban sadık köpeğe,

Harcadığı emeğe.

Fazla diye üzülmez.

Köpek, kışın büzülmez,

Yazın her gün bir işte.

Çalışmaktan üşenmez.

Kulakları kirişte,

Tembel tembel gerinmez.

Bir gün köyden acele.

Gel haberi salınır.

Çoban der ki:

Herkese sürü vermem, çalınır.

Varken emin köpeğim,

Niçin etek öpeyim?

Aratmaz gidişimi.

Görür benim işimi.

Aşarken ilk tepeyi.

Akla gelir köpeği.

Der, bakayım arkama.

Geçmiş mi iş başına?

İnanamaz gözüne:

Köpek yıkmış koyunu.

Oynar bir kurt oyunu!

Yakıştıramaz köpeğine,

Meydandadır düşmanlık.

İçi gamla dağlanır!

İp ağaca bağlanır.

Köpek duyar pişmanlık.

Der ki: —

Suçumun ilkini,

Affetmeni dilerim.

Beslediğin bir kini,

Hizmetimle silerim!

Benden vefa umarak,

Hatama göz yumarak.

Tak bu sefer tasmayı;

Reva görme asmayı!

Çoban der ki, nanköre:

Güvenimi göz göre göre,

Kötülükte kullandın!

İhaneti seçerek.

Kurt yerine geçerek.

Koyunlara çullandın;

Tat duydun bu ezadan!

Sürü bekler adalet,

Böyle âdil cezadan,

Ders almalı köpekler!

Eşek İle Köpek

Eşek ile köpek,

İki kapı komşusu:

Koca eşek biçimsiz,

Üstelik var dik başı.

Yalpak köpek gözdedir.

Köpekliği sözdedir.

Büyük bir suç işlese,

El üstünde taşınır,

Eşek bir filiz kapsa,

Taştan sırtı aşınır.

Büyük, küçük kucağı,

Köpeğin has döşeği;

Ahır, taşlık bucağı.

Bekler huysuz eşeği.

Bir gün artınca gamı,

Eşek der ki:

Böyle yumruk, tekmeli,

Ömrü neden çekmeli?

Ağır başlı durdukça.

Daima hakkım yenir!

Hâlbuki kudurdukça.

Dost, düşmanın beğenir!

Ben de güler hoplarım.

Sevgi, alkış toplarım!

Eşek çifte atarak.

Ne çömlek kor, ne çini;

Evi toza katarak.

Alt üst eder içini.

Neşe gelir canına,

Koşar beyin yanına.

Sırıtarak durulur.

Düşünmeden dayağı.

Atıp iki ayağı.

Kucağına, kurulur.

Adamcağız bağırır.

Uşakları çağırır!

Sopa iner arasız.

Bir yer kalmaz yarasız!

Eşek der ki, sekerek,

Bin bir ahlar çekerek:

Ben ne akılsızmışım;

Eşekliğe kızmışım.

Davranarak aşırı.

Bilmeden yaraşırı.

Kalıbımdan bıkmışım;

Periliğe çıkmışım!

Tanrınızın verdiği kişiliğe bürünün.

Aklınızın erdiği, iş yolunda görünün.

Herakles İle Athena

Bir gün Tanrı Herakles, dar bir yolda yürüyor,

Ayağının dibinde küçük bir şey görüyor!

Engel diye düşünür çelimsizi ezmeyi.

Bu iş için durdurur bir parçacık gezmeyi;

Topuk vurup, basınca varlık koca taş olur;

Az bir zaman içinde bela tutan baş olur!

Ne kâr eder bir topuz, ne de ağır bir satır,

Tozar sanki vurdukça bütün yolu kapatır,

Herakles'in hayretten yere düşer topuzu;

Kurtlaşınca rakibi kendi olur bir kuzu,

O esnada duyulur uzaklardan gür bir ses:

Athena'ya güven ve bırak onu Herakles!

Doğru giden bahtını, bağlar kara yazıya.

Dokundukça aksine gemi alır azıya!

Kolay kolay savulmaz düzensizlik yaratır;

Vay haline değenin, başına dert aratır,

Söyleyeyim adını, ona kavga denilir,

Bilir misin bu düşman sana nasıl yenilir?

Dokunmazsan, havasız kökü çürür derinde,

Onu nasıi buldunsa bırak öyle yerinde.

Yılanın Gövdesi İle Kuyruğu

Yılanın der, kuyruğu:

Artık gerekir, ele almam buyruğu,

Yürüyüşe çıktımı, ilk önce ben yürürüm,

Sizleri de önüme düşürterek sürürüm.

Vücuttaki parçalar.

Yalan bu sözün!

Bir kuyruksun!

Ne başın, ne de vardır bir gözün.

Göremezsin önünü!

Nasıl tâyin edersin, doğru dürüst yönünü?

Kuyruk, küstah sesini dağa, taşa duyurur.

Zorbalıkla, baş eğen gövdesine buyurur,

Kendisini böylece geçirince başkanlığa,

Vücudu sürükler dikenliğe, taşlığa.

Yaralanır gövde, baş, acı verir çürüme;

Bir dert olur yürüme,

Yorgunluktan, güç solur.

Küstahlığı ders olur,

Başa yalvarır, yana yakıla:

Senin gibi büyüğün derecesine kim varır?

Kendimi baş seçerek,

Büyük hata yapmışım,

Haksız mevki kapmışım;

Bizi kurtar bu halden başkanlığa geçerek!

Emanet İle Yemin

Ahbabına verdiği emanet bir parayı.

Geri ister sahibi geçirmeden arayı.

Borçlu der ki, içinden:

Kendimi haklı gösterir.

Paranın üzerine yatarım.

Yanlışlığın olacak, karıştırdın biriyle!

Zavallıyı incitir beklenmedik bu hile,

Der ki:

Sana adalet için son bir yolu seçerim,

Yemin et hakkımdan vazgeçerim!

Borçlu yeminden korkarak herkese danışır.

Mahkemeye çıkmadan bir adamla tanışır.

Bulmak için bir çare iç kemiren derdine.

Der ki:

Nereye gidersin, yolcu dayı adın ne?

Ant'tır adım, yalandan ant içeni ararım,

Adaletin meydana çıkmasına yararım.

Cezasını vermeye gidiyorum birinin,

Yalan yere ant içen vay haline dirinin!

İsterim ki dönüşün sualimle belirsin,

Terk ettiğin bu şehre kaç yıl sonra gelirsin?

Kırk yıl, ama bazen de otuz yılda dönerim.

Borçlu, güler içinden:

Ne korkum var, denerim?

Madem yılın sayısı, otuz, kırkı aşacak,

Karşısında bu halin, fikrim neden şaşacak?"

Mahkemede yalan yemin kondurur.

Alacaklı adamı hayretinden dondurur.

Der ki:

Hayırlısı, mucize bir belâya çatmadan!

Borçlu dışarıda birkaç adım atmadan.

Bîrde bakar öfkeyle ant üstüne yürüyor.

Yakasından tutarak uçuruma sürüyor.

Şaşkınlıkla bakıp der:

Biraz önce gitmeden, demedim mi?

Dönmem hiç, otuz yılı etmeden! Cevap verir, kızgın ant:

Oyun edip Tann'ya, canımı çok sıkanı,

Hak yolundan çıkanı.

Çarpmak için cezaya beklemem süreyi,

Adaletin suçluya kara olur yüreği!

Kedi İle Fareler

Evin yeni bekçisi;

Pusu kuran, ot diden.

Aman vermez bir pisi.

Bu belâlı kediden,

Fare soyu telâşta!

Delik arar her biri.

Bilirler ki tekiri,

Haklamak güç savaşta!

Toplanır birçok fare,

Ararlar derde çare,

Kurban vermek boyuna,

Günah fare soyuna!

İçlerinden yaşlısı,

Kurnaz, ağır başlısı,

Der ki:

Dostlarım, bu hafta.

Yer tutarak üst rafta.

Tanelerle doyalım.

Tekiri aç koyalım!

Böyle bir intikamla.

Başa çorap örülür.

Teklif uygun görülür,

Mutfak inler alkışla.

Farelerin yurdu raf.

Evde tekir gölgedir;

Yüklük, kiler, her taraf;

Ona kesat bölgedir.

Tahtalaşır karnı.

Başlar karın ağrısı,

Başlar başı dönerek.

Burnunda et kokmaya.

Gözünde fer sönerek,

Muhtaç kalır lokmaya.

Son bir çare bulduran.

İlham gelir zorbaya.

Koşar asılı duran.

Duvardaki torbaya,

Başa, kadar gömülü,

Olur, güya bir ölü!

Farelerden biri der:

Bizim için ne keder!

Tekirimiz uyuyor.

Tatlı sesler duyuyor.

Hazır ol da torbada.

Bellidir istediği.

Bizi asla tutamaz.

Kolay kolay yutamaz,

Her ne yapsa kendini.

Hissederiz fendini!

Sonra artar alayı.

Çeker düğün halayı.

Kahkahalar atarak,

Deliğe dalıverir.

Kır Tanrısı (Hermes) İle Heykelci

Kır Tanrısı, bir zaman der ki:

İnsan gözünde, nedir acep değerim?

Gök katında var yerim.

Böbürlenme sezilir gurur saçan sözünde.

Girer insan şekline, yüzü gözü aklaşır.

Heykel satan birinin dükkânına yaklaşır,

BirZeus'u adama parmağıyla gösterir:

Öğrenmeyi isterim, müşterisi ne verir?

Heykelci der:

Kıymetçe on liradır ederi.

Ya Tanrıça Hera'nın, ne kadardır değeri?

Yirmi Yunan lirasıdır değeri.

Kır Tanrısı, içinden der ki:

Tam sırası. Gök Tannsı göklerde asırlarca,

Yerden haber almayı kafasına koyunca.

Beni sokar araya;

İnsanoğlu sayemde nail olur paraya.

Ben ki Kazanç Tanrısı, yemişle dal eğerim;

Hiç kimseyle ölçülemez değerim,

Müşteri var mı ki, bana milyon vermesin?

Der ki:

Kaça satarsın heykelini Hermes'in?

Devam eden bizlerde bir gelenek atadan,

İkisini alana Hermes gider bedavadan.

Aslan İle İnsan

Bir gün kırdan bıkarlar;

Aslan ile insan, yan yana,

Civardaki ormana,

Gezintiye çıkarlar.

Adam bir lâf savunur.

Güç, kuvvetten dem vurur:

Yıldıracak bir yurdu,

Ormanların ne kurdu,

Ne aslanı, ne İti,

Ancak insan yiğidi!

Yürümeler yavaşlar,

İddialı söz başlar:

Adam över soyunu.

Acizliğe değmeden,

Aslan boyun eğmeden,

Atmak ister oyunu.

Bir tesadüf o anda,

İki rakip ormanda.

Taş bir heykel görürler.

Bakmak için yürürler;

Avcı boylu boyuna.

Bir aslanı yatırır.

Mağlup düşman soyuna,

Hançerini batırır.

İnsan der ki:

Söz heykelin;

İşte galibi savaşın!

Aslan kükrer derinden,

Derhal fırlar yerinden.

Der ki:

Kimi kim yıkmış?

Öğren zafer nasılmış!

Güç kuvvetin gerçeği.

Sahtelikten uzaktır,

Heykeldeki başarı,

Aptallara tuzaktır,

Sonra pençe gerilir.

Başlar gerçek dersine,

Adam yere serilir.

Heykel döner tersine!

İnsana güç, beyninde;

Ondan varsa, kendinde,

Boy ölçüşme dilersin.

Çocukla Öğretmen

Çocuğun biri, bir nehrin kıyısında neşeli bir şekil­de koşarken birdenbire suya düşmüş. Tam boğula­cağı esnada bir söğüt ağacının dalının görmüş su­da. Çocuk hemen gördüğü bu dala tutunmuş. Et­rafta çocuğu kurtaracak kimse de yokmuş.

Aradan biraz süre geçmiş; bir öğretmen geçi­yormuş oradan. Çocuk bağırmaya başlamış, öğ­retmen duysun diye. Sonunda öğretmen, suyun içinde dala tutunmuş olan çocuğu görmüş. Onu kurtaracağına hemencecik sızlanmaya başlamış:

"Pis yumurcak! Sen kıyıda koş koş dur! Yaramaz­lık yap her zaman! İşte sonunda olacağı budur! Okul seni nasıl adam etsin ki? Şu haline bak! Zaval­lı annen baban ne yapsın. Hep peşinden mi koş­sunlar gün boyu? Nedir bu anne babaların ve öğ­retmenlerin siz yaramaz çocuklardan çektikleri! Neşe, keyif sizlerde, dert onlarda!"

Bunun gibi uzunca azarlama faslından sonra öğretmen, çocuğu çekip çıkarmış sudan.

Bu hikâyede de görüldüğü gibi dırdırcı, ukala, kendini beğenmiş büyükler hep en akıllının kendiie-ri olduğunu zannederler. Yapması gerekeni yapa­cakları yerde, ancak konuşur dururlar. Buradaki öğretmen de aynen öyie değil mi? Durmadan işle­miştir ağzı; düşmüştür çenesi.., Be adam, ne gerek vardı bunca söze? Önce çocuğu sudan kurtar da, sonra söyle ne söyleyeceksen!

Yaralı Kurt İle Kuzu

Kurt iştahsız, hem de ağır yaralı,

Bir kuzucuk sırtı aklı, karalı,

Oynayarak, zıplayarak geliyor,

Melemesi dağı, taşı deliyor.

Kurt der ki;

Yaklaş kuzu kardeş, yanıma,

Zıpladıkça kaynar kanın kanıma.

Başvurma hiç, bir dostunu kırmaya.

Beni götür aşağıdaki ırmağa.

Yardımınla soğuk suya kanayım.

Hizmetini minnet ile anayım.

Kuzu der ki:

Kandır başka birini.

Soyum, sopum tanır ölü, dirini.

Bilmez miyim, senin kaypak huyunu?

Demek önce, içireyim suyunu.

Sıra gelsin sonra beni yemeye,

Dilim varmaz buna peki demeye,

Kuyruksuz Tilki

Bağa giden bir tilki.

Yakalanır tuzağa.

Derdi bir dert değil ki:

Göz atınca uzağa,

Telâşından deiirir!

Asıl düşman belirir:

Tilki, bağ sahibinden.

Kurtulmaya uğraşır.

Gayreti son hız taşır.

Kuyruk kopar dibinden!

Eksilen süs, cakayı.

Bırakarak bir yana,

Kurtarmıştır yakayı.

Tilki dalar ormana,

Yaşlıları, toyları;

Bütün tilki soyları,

Tef, dümbelek çalarak,

Güler seyre dalarak!

Bu kuyruksuz biçare.

Der:

Alaylara tek çare,

Kandırmaya saparak,

Bir toplantı yaparak.

Kuyrukları yermedir.

Kurnaz nutuk vermedir:

Kuyruk size bir yüktür;

Zararları büyüktür, ,

Günler doğar içime;

Artık girdim biçime,

Kuşlar bile tutamaz.

Kimse beni yutamaz.

Kurt ardıma düşemez,

Aslan boy ölçüşemez.

Kuyrukları kesiniz.

Böyle çıkar sesiniz!

Kurt bir tilki söz alır,

Der ki:

Biçimin göz alıcı,

Yerindedir kurumun;

Ama malûm durumun,

Biz de bağa gidersek.

Süse lüzum var dersek,

Kuyrukları atarız;

Bol bol caka satarız.

Kuyruklu bir tilkilik,

Yakışanıdır bize,

Halimizden şimdilik.

Etmiyoruz şikâyet!

Tarkakuşu İle Yavruları

Sıcak bir bahar ayı,

Tarlakuşu yuvayı.

Karar verir kurmaya,

Başlar kanat çırpmaya;

Bulduğu sulak tarla,

Doludur mısırlarla.

Günler geçer aradan,

Hayat verir Yaradan;

Mısırlar püsküllenir.

Yaprakları küllenir,

Taneleri tatlanır.

Yavrular kanatlanır.

Kuşların artar hızı.

Böceklerin cırcırı.

Mısırı topla dîye.

İşarettir çiftçiye,

Bir gün yavru kuşlara,

Tepeli olmuşlara,

Ana kuş der, güz ayı,

Mısırı çiftçi dayı,

Yakında kaldıracak.

Ne zaman aldıracak?

Uçun yol tarafına,

Baba oğul lâfına.

İyice kulak verin;

Üzüntümü giderin!

Gun öğle olur,

Konuşma şöyfe olur:

Çocuğum gayretli ol,

Görüyorsun mısır bol,

Yalnız toplamak ağır,

Yardıma komşu çağır.

Çalışınız beraber.

Beklerim iyi haber!

Üzüntüden yanarak.

Yavrular hızlanarak.

Rüzgâra karışırlar.

Adetâ yarışırlar.

Kapmadan öteberi.

İletirler haberi!

Ana kuş avutarak.

Ellerinden tutarak.

Der ki;

Hemen üzülmeyelim.

Yola düzülmeyelim.

Mademki iş buyurur.

Kendi ise boş durur,

Mısırları kışla yaz,

Ambarına koyamaz.

Yarına gün doğmadan,

Sizi kimse kovmadan,

Tarla olsun yönünüz,

Haber alıp dönünüz!

Tahmini gerçekleşir;

Baba oğul bekleşir,

Ne bir atlı, ne yaya,

Gelen olmaz tarlaya,

Çiftçi der ki:

Aldandık,

Elleri bizden sandık.

Oğlum komşuyu bırak.

Artık yakınlara bak;

Uğraşır dayın candan.

Yardım bekle amcandan,

Üzüntüden yanarak,

Yavrular hızlanarak.

Rüzgâra karışırlar.

Adeta yarışırlar,

Kapmadan öteberi,

İletirler haberi!

Ana kuş avutarak.

Ellerinden tutarak,

Der ki:

Hemen üzülmeyelim.

Yola düzülmeyelim,

Mademki iş buyurur,

Kendi ise boş durur.

Mısırları kışla yaz,

Ambarına koyamaz,

Tahmini gerçekleşir.

Baba oğul bekleşir,

Ne bir atlı, ne yaya.

Kimse gelmez tarlaya.

Çiftçi der ki:

Çayırdan, Gelecek bir hayırdan.

Oğlum şifa bekleme;

Derdine dert ekleme.

Hazır ol artık yarın.

İşini mısırların.

Kendimiz bitirelim.

Kışa rahat girelim.

Üzüntüden yanarak.

Yavrular hızlanarak,

Rüzgâra karışırlar.

Adetâ yarışırlar.

Kapmadan öteberi.

İletirler haberi.

Ana kuş der yavrulara:

Beklemek etmez para,

Hakkımız var telâşa,

Çünkü düşer iş başa,

Kanatlan çırpalım,

Başka yuva kuralım!

Maymum İle Tilki

Maymun günü gün eder.

Ormanda bir ün yapar;

Gam, kedere ilgisiz.

Eğlenceden ayrılmaz,

Belki biraz bilgisiz,

O da kusur sayılmaz.

Hayvanlar el birliği,

Harekete geçerler,

Yurtta düzen dirliği.

Maymunu baş seçerler.

Kurnaz tilki üzülür.

Mabedinden süzülür.

Der ki:

Maymun akılsız,

Üstelik de bir hırsız.

Nasıl kral seçilir?

Bir gün talih eseri.

Sık bir orman geçilir.

Tilki yolda fark eder.

Tuzak kurulu bir yeri;

İçindeki gam, keder,

Yağ, bal olur bir anda,

Bayram yapar ormanda,

Canlar katar canına,

Hemen gidip maymuna,

Der ki:

Gökten ulusunuz,

Ulu Tanrı kulusunuz!

Bir hazine keşfettim.

Sayıp kral tahtını.

Efendimi gözettim.

Az ormana buyurun.

Parlak maymun bahtını.

Dünyalara duyuran,

Maymun orman yolunda,

Tilki gider solunda.

Lâkin her an tetikte.

Yol üstü bir gedikte.

Fırlar birden uzağa.

Maymun düşer tuzağal

Vaat ettiği paralar,

Kurtaramaz postunu.

Ah ettiren yaralar.

Eğler baba dostunu!

Tilki acı bir dille,

Alay eder gafille:

Kimse duymaz acını,

Çünkü toy bir kralsın.

Bırak hak etmediğin tacını.

Onu bir ehli alsın!

Aslanın Ölümü

Yıllar geçmiş.,. Ormanların kralı aslan yaşlanmış; artık ininden çıkamaz olmuş, hatta yatağından bi­le kalkamaz hale gelmiş. Aslanın hastalandığını ve yatalak olduğunu ormanda duymayan kalmamış. Böylece bir zamanlar aslandan korkanlar artık on­dan korkmaz olmuşlar.

Aslan yatağında sürekli inliyor, bir yandan da "Hey gidi günler hey!" diyerek eski günlerini anıp duruyormuş.

Aslandan artık korkmayanlar, onunla alay et­meleri yetmiyormuş gibi, bir de üzerine yürümeye başlamışlar, At gelmiş böğrüne çifte atmış, kurt gel­miş bacağını ısırmış. Öküz gelmiş, boynuz vurmuş.

Zavallı aslan, değil kükremek öyle halsiz düş­müş ki inleyecek hali bile kalmamış. Artık gözlerini yumup ölümünü beklemeye karar vermiş. İşte tam bu sırada bir de bakmış ki, kapıda bir eşek! O da aslana tekme vurmaya gelmiş.

Bunu gören aslan iyice sinirlenmiş ve son bir gayretle ayağa fırlamış:

"Aa! Bu kadarı da fazla ama! Ölmeye razı ol­duk, tamam ama senden de tekme yiyecek kadar alçalmadık!" demiş,

Çoban İli Aslan

Danasını otlakta kaybeden bir çoban;

Aranmadık ne dağ kor.

Ne de kuytu bir yamaç.

İmkânı yok bulmanın,

Zavallıcık kederden suratını asmıştır.

Tanrısına el açıp, der ki:

Kulun öz kuldur,

Yalvarırım bana şu hırsızı bir buldur!

Bahsettiğin zevklerin en hoşunu tadarım.

Şükran için sana oğlak adarım.

Tanrı Zeus, kabul eder çobanın duasını.

Çobanın görünür bir manzara gözüne:

Yitirdiği danayı dev bir aslan devirir.

Ortalığı kanlı harp alanına çevirir!

Korkusundan çatlar kansız dudağı.

Birkaç misline çıkarır Tanrısına adağı:

Ulu Tanrım belâdan kurtar yakamı,

Hissettirme aslana böyle yersiz şakamı.

Bitirdi mi işini sonra beni kovalar,

Değil oğlak, adına feda olsun boğalar!

Tilki Mi Kibar, Maymun Mu?

Bir gün geniş ormanda.

Tilki maymun birlikte,

Ovalara uzanan bir seyahat yaparlar.

Bir aralık nedense tat bulmazlar huzur da;

İspatı güç, hayli zor bir iddiaya başlarlar:

Ben mi, sen mi kim asil, kim kibar?

Kurdu, kuşu ormanın kime eder itibar?

İçimizden seçilir kim ormanın naziği?

Delil diye kurnazca maymun seçer maziyi.

Mezarlığı gösterir geçtikleri alandan.

Gururla der tilkiye, iç çekerek yalandan:

Şu mezarlarda şerefle yatanları bilsen.

Şöhretleri şanları dünyalara yayılır.

Karşısında diz çöküp yere kadar eğilsen.

Yaptıkların saygıca yine noksan sayılır.

Azat edilen bin yiğit ve köle taşır mezarlar,

Taşlarında ceddime baş eğeni yazarlar!

Tilki der ki:

Meydanı boş bulunca başla atmaya.

Çekinmeden sahip çık mezarların topuna!

Kölelere, azat edilenleri kata dur.

Adı, sanı belirsiz eski soyla sopuna;

Yüz yıl önce ölenin namı kimden sorulur?

Öğrenmeye yeltenen elbet boşa yorulur!

Gelinlikli Kız

Bir genç kız varmış zamanın birinde... Evlenme çağına geldiği halde bir türlü evlenemiyormuş. Gö­zü pek yükseklerdeymiş. Evleneceği erkeğin, genç, yakışıklı, güzel olmasını, güler yüzlü, zengin ve soylu olmasını istiyormuş.

Ayrıca kıskanç olmaması, akıllı ve güzel konuş­ması da şartmış. Bir yığın kısmetleri çıkmış, kız hiçbirisini beğenmemiş, Şöyle diyormuş:

"Nasıl olur da, böylelerini bana lâyık görürler. Şu bana koca bulmak isteyenlere bakın, hele! Bulduk­larının hepsi de sünepe, zavallı kimseler!" Böyle di­yen kız kiminin burnuna, kiminin kıyafetine kusur bu­larak hepsiyle alay ediyormuş.

Derken aradan zaman geçmiş. Güzel kızın da yaşı bir hayli ilerlemiş. Artık onu istemek için kapısını kimse çalmaz olmuş, Yaşlandıkça o güzel yüzü de buruşmaya başlamış. Boyalarla, sürmelerle yüzünü güzelleştirmeye çalışmış. Fakat ne yapsa boşuna, zaman acımasız... Aynayı elinden düşürmüyormuş. Kırışan yüzüne, ağaran saçlarına bakarak kaybetti­ği güzelliğini aramaya koyulmuş. Ayna da bıkmış bundan:

"Aman! Artık evlen de kurtulayım senden." de­miş.

Yalnız ayna değil, kız da istiyormuş bunu. Fakat ne yazık ki eski isteyenlerinden hiçbiri görünmüyor-muş, Sonunda karşısına ilk çıkan biriyle evlenmiş ama bu evlendiği kişi hepsinden daha beter, daha çekilmezmiş.

Tarla Faresiyle Şehir Faresi

Bir gün şehir faresi

Bu gösteriş düşkünü,

Mesut geçen ömrünü.

Arar yayma çaresi.

Kır faresi muhtaçtır,

Bilir karnı çok açtır.

Evde ise var o gün.

Bol yemekli bir düğün.

Misafirler gelmeden,

Tehlikeye düşmeden.

Davet eder fareyi.

Ağırlar biçareyi,

Saraylardan bir oda.

Takımları son moda.

Kır faresi yayılır.

Bir halıya zevkinden;

Şehir dostu bayılır.

Böbürlenme zevkinden!

Hoş sohbeti bir ara,

Ayak sesi yarım kor.

Seyredilmez bu dekor.

Bu iç açan manzara!

İki şaşkın dost fare,

Soluklan son çare, bir delikte alırlar;

Hareketsiz kalırlar.

Mutfakta ses kesilir.

Ev sahibi borç bilir.

Tekrar buyur demeyi,

Kır dostunun doydu karnı.

Böyle kuşkulu, tuzaklı,

İçi almaz yemeyi.

Alaylıca süzüp, der;

Bana artık müsaade.

İkram kâfi birader.

Yarın bize buyur.

Ben çekeyim ziyafet.

Belki, bulursun sâde.

Fakat korku nedir bilmeden,

Kalp huzuru içinde,

Kuyruğunu dik tutar.

Emniyetle yaşarsın.

Rahat bir lokma yutar;

Hoşça bir gün yaşarsın!

Yavru Fare Yavru Horoz Ve Kedi

Küçük fare, dünyaya daha yeni gelmişti. Kötü­lükleri, iyilikleri bilmiyordu. Bir gün nasıl olduysa, ken­disini tuzaktan kurtardıktan sonra annesine koştu. Olanları şöyle anlattı:

"Yuvamızı çevreleyen dağları aşmış, koşarak gi­diyordum. Gözüme iki hayvan ilişti. Biri tatlı, yumu­şak, güler yüzlü, öteki asık suratlıydı. Keskin acı bir sesi vardı. Tepesinde bir et parçası sallanıyordu. Kı­çında da sorguca benzer bir kuyruk vardı. Meğer bir horozmuş bu. Arada bir iki koluyla dövünüp du­ruyordu. Hiçbir şeyden korkum olmamasına rağ­men, ne yalan söyleyeyim, birdenbire korkuya ka­pılıp kaçtım oradan. Ötekisi bizim gibi kadifemsi tüylü, uzun kuyrukluydu, Uysal bir yaratıktı. Yukarı­dan bakmıyordu kimseye. Fakat gözlerinin içi ışıl ışık di. Kulakları tıpkı bizimkiler gibi. Tam yanına gide­cektim; öteki, kıyametleri koparınca korkup kaç­tım."

Annesi:

"Oğlum! O yumuşak dediğin hayvan bir kedi. O yumuşak dediğin görünüşün altında, bilsen ne hın­zırca kin besler biz farelere karşı. Öteki hayvan tam tersine bize kötülük etmekten çok uzaktır, Üstelik belki etinden de yeriz. Kediyse, soyumuzun düşmanıdır. Sanki mutfağını bizim üzerimize kurmuştur. Biz­den başka yenecek bir şey yoktur sanki onun için... Yaşadığın süre boyunca, sana tavsiyem olsun, kim­senin görünüşüne aldanma," demiş,

Ayının Dedikleri

İki dost, bir yaz günü,

Oturmaktan bıkarlar,

Şehrin civar köyünü.

Dolaşmaya çıkarlar.

Biri şişman, diğeri;

Yoldaşının aksine.

Bir kemikle, bir deri!

Issızlıkta bir ine.

Yolu varır ormanın;

Sesler vardır derinde!

Zayıf durur yerinde,

Der ki;

Hayra yormanın,

İmkânı yok sanırım.

Hissederler birini.

Homurtuyu duyunca;

Ya ayı, ya kurt ini!

Zayıf hemen dövünür.

Şişman ise övünür:

Ne korkarsın? İkiyiz,

Aslan ile tilkiyiz!

Baş eğmeyiz ecele,

Fırtınadan beteriz.

Tutuşunca el ele,

Bir orduya yeteriz!

O sırada bir ayı,

Yarıra kor konuşmayı.

Ağaç söker, taş yıkar.

Birden ortaya çıkar.

Yem olmadan ayıya.

Şişman fırlar ağaca.

Zayıf boylu boyunca,

Yol üstüne uzanır.

Ayı kanar oyuna,

Onu bir ölü sanır.

Pençesiyle yoklayıp,

Burnuyla da koklayıp.

Yanından uzaklaşır.

Arkadaşı yaklaşır:

Kulağına eğilen,

Ayt dostun ne diyor?

İnsanlara yararlı,

Bir nasihat ediyor:

Yolda bir dost seçerken.

Çok dikkat et kendine.

Ormanlardan geçerken.

Kanma dönek sözüne.

Oduncunun Baltası

Oduncunun biri baltasını yitirmiş. Adamın tüm dünyası başına yıkılmış, Çünkü baltası, onun her şe­yiymiş. Bütün planları balta üzerine kuruluymuş. Bir yandan baltayı arıyor, ararken de ağlayıp sıziıyor-muş. En sonunda Tanrı'ya yalvarmaya başlamış adam:

"Yüce Tanrım, baltamı ver bana. Sen büyüksün! Bunu yaparsan eğer, ben yeniden dünyaya gelmiş gibi olurum."

Oduncunun bu yalvarışına, yakarışına karşılık gökten bir ses gelmiş. Tanrfnın sesiymiş bu:

"Fazla dert etme, baltan kaybolmadı. Onu bul­dum, sağ yanına bak. O balta senindi, değil mi?" diyerek altın bir balta göstermiş oduncuya.

Oduncu:

"Bu benim baltam değil." demiş, Tanrı bu kez gümüşten bir balta göstermiş.

"Bu da değil," demiş oduncu. Odun saplı bir balta görünce sevinçle;

"İşte benim baltam budur!" diye bağırmış, "Be­nim gerçek baltamdan başkasını istemem."

Tanrı, oduncunun bu dürüstlüğü karşısında ona demiş ki:

"Oduncu, bu davranışını, dürüstlüğünü çok be­ğendim. Al, bu baltaların üçü de senin olsun, güle güle kullan..." demiş.

Genç Dul

Henüz genç bir kadının kocası ağır şekilde has­talanmış. Adam ölüm döşeğinde can çekişiyor-muş. Karısı, adamın başucunda:

"Dur bekle, ben de seninle geleceğim. Sensiz bu dünyada ben ne yaparım?" diye hıçkırarak ağ-lıyormuş. Fakat ne çare; adam çok geçmeden öl­müş.

Genç kadın, günlerce kocasının yasını tutmuş. Gözyaşı dökmüş, çırpınmış. Kızın babası akıllı bir adammış. Önce kızının ağlamasına hiç ses çıkarma­mış. Bırakmış kendi haline. "Hele ağlasın bakalım..."diyerek, Aradan birkaç gün geçince kızını yanına almış.

"Kızım günlerce ağladın, gözyaşı döktün dün­yayı kendine zehir ettin, Bundan ne zavaliı kocana ne de sana bir kazanç var. Ölen ölmüş; kalan kal­mış. Bir hayırlı kısmetin çıkar yeniden evlenirsin. He­men evlen demiyorum sana ama günü gelince el­bette evleneceksin. İleride sana birini gösterece­ğim. Genç, güzef, boylu bosiu; ölen kocandan da­ha yakışıklı... Onunla evlenir acılarım unutursun," demiş.

Kızcağız yine ağlayarak:

"Hayır babacığım, boş yere bana koca arama, en iyisi sen beni bir manastıra gönder; orada acıla­rımla baş başa kafayım."

Babası fazla üstüne varmamış kızın. Aradan bir­kaç ay geçmiş. Genç kadının giyiminde kuşamın­da değişiklikler başgöstermiş. Neşesi yeniden yeri­ne gelmiş. Genç bir delikanlıyla tanışmış. Derken hep birlikte gezip tozmaya başlamışlar. Babası, bu durumun farkındaymış ama beklemiş ki teklif kızın­dan gelsin.

Kız da meğerse evlenme konusunu babasının açmasını beklermiş. Sonunda dayanamamış, bir gün babasına:

"Hani babacığım sen bana bir koca buluyordun ya!" deyivermiş.

Bu dünya böyledir işte,., Acılar ne kadar büyük olursa olsun, zaman her şeyi siler, süpürür, Zaman her şeyin ilacıdır.

Geyikle Asma

Bazı ülkelerde üzüm asmaları o kadar yüksek olurmuş ki, onca yükseklikten aşağıya sarkan dallar koca bir ağaç görüntüsü verirmiş asmaya...

Avcılar bir geyiğin peşine düşmüş kovalıyorlar-mış. Geyik gelip saklanmış, işte böyle bir asma içi­ne. Avcılar bakmışlar, boşuna aranmışlar, bulama­yınca köpeklerini çağırıp geri dönmüşler,

Geyik, tehlike uzaklaşınca başlamış haşır huşur asmayı koparıp yemeye.., Doğrusu nankörlük değil mi bu?

Fakat avcılar da hışırtıyı duyup geri dönmüşler, geyiği vurup yakalamışlar.

Geyik asmanın dibinde can çekişirken: "Hak ettim!" demiş.

Nankörlük yapmış geyik,.. Tutunduğu dalı kes­miş yani; kendisini saklayan asmayı yemeye kalk­mış. Nankörlerin sonu hep böyle kötüdür; çünkü nankörlük çok kötüdür.

Yarasa İle Saka Kuşu

Geceleri bir saka kafesinde şakıyor.

Yarasanın içini bir merak sarıyor:

Karanlıkta dağıtır nağmeleri bir hüzün,

Daha iyi olmaz mı, ötse sanki gündüzün?

Yaklaşarak merakla:

Gündüz niçin susarsın?

Birinden mi korkarsın?

Saka der ki:

Bu tedbir hayatımı koruyor,

Çünkü aydın bir günde yakalandım tuzağa.

Duyurmam sesimi gündüzleri uzağa.

Gülerek der yarasa:

Tedbirli oluşun bari işe yarasa,

Artık para etmez ki,

Hürriyeti yeniden kazanmana yetmez ki.

Ne dileğin sorulur.

Ne de kapın çalınır,

Asıl tedbir kafese girilmeden alınır.

Kedi İle İki Serçe

İçgüdüsel olarak birbirine zıt olan, birbiriyle geçinemeyen hayvanların dostluğu sağlam ve uzun süreli olabilir mi? Ne kadar içten, ne kadar uzun süreli olsa da sonuçta bir gün düşmanlık ortaya çıkar. Kedi ile iki serçenin masalı bunun en güzel örneğidir.

Bir kediyle bir küçük serçe bir evde kardeş kardeş birlikte büyümüşler. Serçeciğin kafesi ile kediciğin sepeti yan yana dururmuş hep.

Serçe ara sıra şaka yaparmış arkadaşı kediye. Yavaşça gagasını uzatıp kafesin telleri arasından gagalayıverirmiş onu. Kedi de ara sıra cevap verir­miş bu şakalara. Pençelerini uzatıp okşar gibi yaparmış.

Çok küçük yaştan beri birlikte yaşadıkları için araları çok iyiymiş. Küçük bir tartışma bile olmazmış.

Bir gün bir komşu serçe katılmış bunların arasına. Cıvıl cıvıl öten, neşeii, yeniyetme bir serçeymiş bu. Üçü birlikte tatlı tatlı geçinip gidiyor­larmış. Ne dargınlık ne kavga... Mutluluklarına diye­cek yokmuş.

İki kuş, nedense kavgaya tutuşmuşlar bir gün. Kedicik üzülmüş bu duruma.

"Yapmayın, ayıptır!" diye engel olmak istemiş.

Fakat bakmış ki söz fayda etmiyor artık! Eski arkadaşının da başının bir hayli dertte oiduğunu gören kedi, ister istemez taraf tutmak zorunda kafmış.

İki kavgacı kuşun arasına girip ayırmış oniarı. Sonra da komşu serçeyi bir güzel mideye indirmiş, arkadaşını korumak düşüncesiyle...

Yalanıp dururken pek lezzetli olduğunu düşünmüş serçe etinin. Sonra kötü kötü bakmaya başlamış çok sevdiği arkadaşına. En sonunda bîr gün dayanılmaz bir istekle sevgili arkadaşını da indirmiş mideye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder