Türk bilim adamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk bilim adamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İbni Batuta, İbni Batuta kimdir, İbni Batutanın hayatı

İbn-i Batuta
Doğum 24 Şubat 1304
Fas / Tanca
Ölüm 1369
Fas / Fes


İbn-i Batuta, Orta Çağın en büyük seyyahı ve Rıhlet-ü İbn Battûta diye bilinen seyahatnâmenin yazarıdır. Tam ismi Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim Levâtî Tancî'dir(Arapça: أبو عبد الله محمد ابن عبد الله اللواتي الطنجي ابن بطوطة, Shams al-Din Abu 'Abdallah Muhammad ibn 'Abdallah ibn Muhammad ibn Ibrahim ibn Muhammad ibn Ibrahim ibn Yusuf al-Lawati al-Tanji Ibn Battuta ‎). Doğum tarihi ve yeri 17 Receb 703 (24 Şubat 1304), Mağrib'in Tanca şehridir. Mensubu olduğu Levâte kabilesi Berberî asıllı olup Berka'dan Tanca'ya göçmüşlerdir. Maliki mezhebine mensuptur.

İbn-i Batuta, 1325'te Mekke'ye hacca giden zengin, Faslı bir Müslümandı. Bu esnada yaşadığı maceralar onu daha uzaklara yolculuk etmeye sevk etti. İbn Battuta, Avrupalılarca çok az bilinen Afrika, Ortadoğu ve Uzak Doğu'ya cesur yolculuklar yaptı.


Yaşamı

Mekke'ye Hac seyahati

1325 yılında 20 yaşındayken hacca gitmeye karar verdi. Kuzey Afrika kıyılarından kara yoluyla Kahire'ye vardı. Daha sonra Nil kıyısından yukarı çıkarak Kızıldeniz'i aşıp Mekke'ye varmak istese de yukarı Nil bölgesindeki kabilelerin bu sırada isyan halinden olmaları nedeniyle Kahire'ye geri dönmek zorunda kaldı. Bu sırada karşılaştığı bir ermiş ona Suriye'yi görmeden Hacca gidemeyeceği kehanetinde bulundu. Bunun üzerine Şam'a doğru yola çıktı ve Ramazan'ı orda geçirdi. Şam yolculuğu sırasında Kudüs, Beytülahim ve El Halil gibi kutsal kentleri ziyaret etti. Medine üzerinden Mekke'ye vararak hacı oldu. Ancak dönüş yolunda yolculuklarını sürdürmeye karar verdi.

Bir kervana katılarak Mezopotamya sınırına doğru yol aldı ve Necef'te Ali'nin mezarını ziyaret etti. Burdan Basra yoluyla İsfahan'a gitti. Bundan yaklaşık on yıl sonra İsfahan Timurlenk tarafından yerle bir edilecekti. Daha sonra Şiraz'a ve Hülagü Han tarafından yağmalanmış olan Bağdat'a gitti. Burda son İlhanlı hükümdarı Ebu Said ile tanıştı ve onun kervanıyla bir süre yol aldıktan sonra Tebriz'e gitti. Tebriz Moğol saldırılarına karşı koymayarak onlara kapılarını açtığı için bölgede yıkılmadan kalmış tek büyük şehirdi. İpek yolu üzerinde de yer aldığından bölgenin önemli bir ticaret merkezi olmuştu. Daha sonra ikinci kez hacı olmak için Mekke'ye döndü. Mekke'de bir yıl kalarak ikinci büyük yolculuğuna hazırlandı.

Afrika kıyıları boyunca

Bu sefer Doğu Afrika kıyılarından güneye indi. İlk durağı olan Aden'de Hint Okyanusu üzerinden Arap Yarımadası'na gelen mallarla ticarete atılmaya ve bir servet sahibi olmaya karar verdi. Ancak bu planını uygulamaya koymadan önce 1331 yılının baharında son bir maceraya atılmaya karar verdi. Daha da güneye inerek Etiyopya, Mogadişu, Mombasa, Zanzibar ve Kilva'da birer hafta kaldı. Muson rüzgarlarının dönmesiyle gemisi Arap Yarımadasına geri döndü. Burda yerleşik hayata geçmeden önce son bir seyehata çıkmaya karar verdi ve Oman'ı ve Hürmüz Boğazı'nı görmek için tekrar yola çıktı.

Mekke'den İstanbul üzeri Delhi'ye

Dönüşte tekrar bir yıl kadar Mekke'de kaldı. Bu sırada Hindistan'daki Delhi Sultanı'nın hizmetine girmeyi kafasına koydu. Yolda kendisine gerekecek tercümanı bulmak için Selçukluların yönetiminde bulunan Anadolu'ya gitmeye karar verdi. Şam'dan bir ceneviz gemisi ile Alanya'ya geçti. Burdan da Konya yoluyla Sinop'a gitti. Karadeniz'i geçerek Kırım'ın Kefe limanına vardı. Kırım Altın Ordu devletinin topraklarında bulunuyordu bu sırada ve tesadüfen Altın Ordu Kağanı Özbeg'in kervanı ile karşılaştı. Volga nehrinin yukarısına doğru yol alan bu kervan ile Astrakhan şehrine gitti. Astrakhan'a vardıklarında Kağan hamile olan eşlerinden birinin doğum yapmak için memleketi olan İstanbul'a dönmesine izin verdi. Bu seyehatte ona eşlik etmesi için İbn Battuta'yı görevlendirdi.

İbn Battuta 1332 yılında İstanbul'a vardı ve İmparator 3. Andronikos ile görüştü. Aya Sofya'yı dışardan gördü. Bir ay İstanbul'da kaldıktan sonra Astrakhan üzerinden Hindistan'a gitmek için yola çıktı. 1332 yılında Hazar Denizi'nin ve Aral Gölünün çevresinden dolaşarak Afganistan'a burdan da dağ geçitlerini aşarak Hindistana ulaştı.

Delhi Sultanatlığında

Hindistan'da Müslümanlık daha yeni yeni kabul görmeye başlamıştı. Delhi Sultanı bu yüzden gücünü sağlamlaştırabilmek için mümkün olduğunca çok bilgin ve memuru ülkesinde görevlendirmek istiyordu. Ibn Battuta'yı da Mekke'de görmüş olduğu öğrenim nedeniyle kadı olarak görevlendirdi. Ancak Delhi Sultanı Muhammed bin Tuğluk o günün şartlarına göre bile oldukça dengesiz birisiydi. İbn Battuta kah lüks içinde kah güvensizlik içinde bir yaşam sürüyordu. Bu durumdan kurtulabilmek için tekrar hacca gitmek istediğini öne sürerek Delhi'den ayrılmak istedi. Sultan ise ona alternatif olarak Çin'e elçi olarak gitmeyi teklif etti. İbn Battuta bu teklifi hemen kabul ederek, hem yeni ülkeler görmek hem de Sultan'ın egemenlik bölgesinden uzaklaşmak fırsatını değerlendirdi.

Ancak kıyıya doğru giden grup Hintli isyancıların saldırısına uğradı. İbn Battuta yoldaşlarından ayrılarak parası ve malları soyuldu ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Neyse ki yoldaşlarını iki gün gibi bir sürede yakalamayı başardı. Kambay limanından güneybatı Hindistan'daki Kalküta şehrine yolaldılar. Burada İbn Battuta bir camiyi ziyaret ederken çıkan bir fırtınada sefer gemilerinden ikisi battı. Diğer gemi ise onu sahilde bırakarak denize açıldı ve bir kaç ay sonra Sumatra'daki bir kral tarafından bu gemiye el konuldu. Delhi'ye başarısız olarak dönmekten korktuğu için burada Cemaleddin adlı dostunun koruması altında bir süre kaldı. En sonunde Çin'e gitmek üzere tekrar yola çıktı.

Maldiv üzerinden Çin'e

Ancak önce Maldiv adalarına gitti. Burada öngördüğünden fazla kalmak zorunda kaldı. Çünkü yargıç olarak hizmet etmesi adalıların işine geliyordu. Onu tehdit ve rüşvetlerle adada kalmaya hem zorladılar hem de ikna ettiler. Kraliyet ailesine evlilik yoluyla bağlanması ve en yüksek yargıç konumuna getirilmesi onu adadaki yerel politikanın içine çekti. Daha özgür bir dünya görüşüne sahip ada toplumunun hoşuna gitmeyen bir kaç sert karar vermesi onu Maldivleri terketmek zorunda bıraktı. Seylan adasındaki kutsal Sri Pada tapınağını görmek üzere yelken açtı. Seylan'dan ayrılmak için bindiği gemi bir fırtınada batmak üzereyken başka bir gemi tarafından kurtarıldı ancak bu sefer de korsanların saldırısına uğradı ve sahile bırakıldı. Tekrar Kaliküt'e döndü. Burdan tekrar Maldiv adalarına gitti ve bu sefer bir Çin gemisine binerek sonunda şansı yaver giderek amacına ulaştı. Çitatong, Sumatra ve Vietnam üzerinden Fujian eyaletindeki Quanzhou şehrine vardı. Buradan da kuzeye giderek Şanghay yakınlarındaki Hangzhou'ya ulaştı. Seyehatnamesinde daha da kuzeye Pekin'e kadar gittiğini söylese de bu inandırıcı bulunmaz.

Quanzhou'ya geri döndüğünde artık eve dönmek istediğine karar verdi. Ama aslında artık gerçek evinin neresi olduğunu bilmiyordu. Kaliküt'e döndükten sonra kısa bir süre Muhammed bin Tuğluk'un yanına dönmeyi düşündüyse de sonradan bundan vazgeçti ve Mekke'ye doğru yola çıktı.

Mekke'ye dönüş ve Kara ölüm

Yolu, Sultan Ebu Said ölmüş olduğu için karışıklık içinde bulunan İlhanlı Topraklarından geçti. Şam üzerinden hac yoluyla Mekke'ye gitmek için bu şehre geldi. Şam'da babasının ölüm haberini aldı. Ölümler bu yıl boyunca peşini bırakmadı. Suriye, Filistin ve Arabistan'da bu sırada patlayan veba salgınına tanık oldu. Mekke'ye ulaştığında ilk yola çıkışından çeyrek yüzyıl sonra Mağrib'e dönmeye karar verdi. Son olarak Sardinya'ya uğrayarak Tanca'ya vardı ve annesinin de bir kaç ay önce vefat etmiş olduğunu öğrendi.

Tanca'dan İspanya'ya ve geri dönüş

Ancak Tanca'da uzun süre kalmadı. Kastilya Kralı XI. Alfonso Cebelitarık'ı ele geçirmek için sefere çıkmıştı, İbn Battuta da şehri korumak için gönüllü olan bir grup Müslümanla birlikte Endulüs'e gitti. Ancak buraya vardıklarında XI. Alfonso'nun vebadan öldüğünü ve artık bir tehlike kalmadığını öğrendiler. İbn Battuta yolculuğuna zevk için devam etti. Valencia'dan geçerek Granada'ya gitti.

İslam dünyasında en az araştırdığı yer kendi ülkesi Mağrib'di. Bu yüzden Endülüs'ten dönüşünde bir süre Marakeş'te kaldı. Bu sırada Marakeş veba ve başkentin Fes'e taşınması nedenleriyle harap durumdaydı. Tekrar Tanca'ya döndükten sonra da yolculuklarını bitirmedi. İlk yola çıkışından iki yıl önce Mali hükümdarı Mansa Musa hacca giderken Tanca'dan geçmiş ve zenginliği ile nam salmıştı. Bu sıralarda dünyada çıkarılan altının yarısı Batı Afrika'dan geliyordu. Bu konuda pek fazla birşey anlatmasa da duydukları ilgisini çekmiş olacak ki Sahra Çölü'nün öbür tarafındaki bu islam ülkesini ziyaret etmek için yola çıktı.

Çöl boyunca

1351 sonbaharında Fes'den ayrıldı ve bir hafta sonra yolu üzerindeki son Fas şehri olan Sijilmasa'ya vardı. İlk kış karavanlarından birine yazılarak bir ay sonra Sahra'nın ortasındaki Taghaza şehrine geldi. Taghaza tuz üretiminin getirdiği zenglikle ve Mali altınlarıyla dolu da olsa İbn Battuta'nın üzerinde pek iyi bir etki bırakmadı. Çölün en zor 500 kilometresini geçerek Mali'deki Walata şehrine ulaştı. Daha da güneybatıya ilerledi. Burda kendisinin Nil nehri olduğunu sandığı Nijer nehri kıyılarından geçerek Mali'nin başkentine vardı. Burada 1341'den beri kral olan Mansa Musa tarafından ona gösterilen misafirperverlikten şüphe duysa da yine de 8 ay kaldı. daha sonra Nijer nehrini yukarıya doğru çıkarak Timbuktu'ya geldi. Bu sıralarda Timbuktu sonraki iki yüzyılda ulaşacağı zenginliğe ve büyüklüğe henüz sahip olmadığından gözüne küçük ve önemsiz göründü ve bu yüzden fazla kalmayarak Fas'a doğru eve dönüş yoluna geçti. Yarı yolda da zaten Mağrib Sultanı'nın onu saraya çağırdığı haberini aldı. 1353 aralığında Fez'e kesin olarak döndü.

Sultan Ebu İnan Faris'in isteği ile şair Muhammed Ibn Cüzac'a anılarını dikte ettirmeye başladı. Böylece ortaya çıkan Rıhle'sindeki bazı yerler hayal ürünü olsa da dünyanın bir çok yöresinin 14. yüzyıldaki halini en doğru ve açık şekilde anlatan elimize kalmış en önemli kitaptır. Rıhle'nin yayınlanmasından sonra İbn Battuta Fas'ta 22 yıl daha büyük saygı görerek yaşadı.

Yüzyıllar boyunca İslam dünyasında bile Rıhle pek tanınmamıştır. Ancak 19. yüzyılda bir çok batı dillerine çevrildikten sonra önem kazanmış ve İbn Battuta doğunun en bilinen isimlerinden biri olmuştur. Bugün aydaki bir meteor krateri ve Dubai'de koridorları onun araştırmalarıyla döşenmiş bir alışveriş merkezi onun adını taşır.


Devamını Oku

Kâtip Çelebi, Kâtip Çelebinin hayatı, Kâtip Çelebi kimdir

Kâtip Çelebi (1608-1656) tarih, coğrafya, bibliyografya ve biyografya ile ilgili çalışmalar yapmış Osmanlı bilim adamı ve aydını.

Hayatı

1608 İstanbul’da doğdu. Babasının adı Abdullah’tır. Babası, Osmanlı devlet ve siyâset adamlarının yetiştirildiği Enderûn kurumunda eğitim görerek yetişmiş bir askerdir. Mustafa bin Abdullah, ordu kâtipliğinde bulunduğu için ulema ve halk arasında Kâtip Çelebi diye tanındı. Hacca gittiği ve başmuhasebeci ikinci halifesi olduğu için Hacı Halîfe ismiyle meşhur oldu. Babası aydın bir kişi olduğu için daha beş-altı yaşlarında onu eğitmeye başladı. On dört yaşına kadar çeşitli hocalarından dini ve pozitif bilim eğitimi aldı.

On dört yaşında Anadolu muhâsebesi kalemine kâtip oldu. 1624 yılında babasıyla birlikte Tercan, bir sene sonra da Bağdat Seferi'ne çıktı. Dönüşte babası bir müddet Diyarbakır’da kaldı. 1627-1628’de Erzurum kuşatmasına katıldıktan sonra İstanbul’a geldi ve yaklaşık iki yıl, Bağdat Seferi'ne katılana kadar, Kâdızâde’nin derslerine devâm etti. 1630 Bağdat kuşatmasında ordunun defterini tuttu. Seferden sonra tekrar İstanbul’a dönerek Kâdızâde’nin derslerine katıldı. 1633-1635 Halep Seferi'nde hacca gitme fırsatı buldu. Dönüşte bir kış Diyarbakır’da kalıp oradaki bilgin ve aydınlarla görüştü. 1635 senesinde Sultan Dördüncü Murat ile Revan Seferine katıldı. On yıl kadar çeşitli savaşlarda bulunduktan sonra İstanbul’a döndü ve çeşitli alanlardaki bilimlerle uğraşır oldu.

A’rec Mustafa Efendi, Ayasofya dersiâmı(öğretim görevlisi) Abdullah Efendi ile Süleymâniye dersiâmı (öğretim görevlisi) Mehmed Efendiden ders aldı ve A’rec Mustafa Efendiyi kendisine üstâd edindi. Bir taraftan kendisi öğrenirken, diğer yandan birçok öğrenciye ders verdi.

1645’te Girit Seferi'ne katılması sayesinde haritaların nasıl yapıldığını inceleme fırsatını buldu ve bu konuyla ilgili eserlerde çizilen haritaları gördü. Bu arada görevinden ayrılarak, üç yıl devlette çalışmadı. Bu üç yıl içinde bazı öğrencilerine çeşitli konularda dersler verdi. Yine bu zaman içinde sık sık hastalandığı için, tedavi çareleri bulmak amacıyla, çeşitli tıp kitaplarını okudu. Pek çok eserini bu yıllarda yazmıştır.

Kâtib Çelebi 1656 yılında vefât etti. Mezarı, Vefa’dan Unkapanı’ndaki Mahmûdiye (Unkapanı) Köprüsüne inen büyük caddenin sağ kenarındadır.

Kâtip Çelebi çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok yazan biri olarak bilinir. Arapça, Farsça yanında Lâtince'yi de bilirdi. Osmanlı Devleti'nde Batı bilimleriyle fazla ilgilenen ve Doğu bilimleriyle karşılaştırıp sentezini yapan ilk Türk bilim adamlarından biridir.

Eserleri

  1. Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn: Arapça, çok kıymetli bir eserdir. On beş bine yakın kitap ve on bine yakın müellifi tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi mâhiyetindedir. Mısır’da, Almanya’da, İstanbul’da basıldı. Lâtinceye de çevrilmiştir.
  2. Cihannümâ: En eski coğrafya kitabımızdır. Haritalarıyla birlikte İbrâhim Müteferrika matbaasında basılmıştır. Daha sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak teşkil edebilecek bu eser, Avrupa dillerine çevrilmiştir.
  3. Tuhfet-ül Kibâr fî Esfâr-il Bihâr: Denizcilik târihi bakımından önemli bir eserdir. Osmanlı Devleti zamanındaki deniz savaşlarını ele almaktadır.
  4. Takvîm-üt-Tevârîh: 1648 târihine kadar yaşanmış olayların kronolojik açıklamasını içerir. Arapça ve Farsça dillerinde basılmıştır.
  5. Fezleket-üt-Tevârîh: Bir mukaddime, üç usûl ve bir son sözden ibâret olan bu eser, varlıkların başlangıcı, peygamberlerin ve hükümdârların târihi diye hülâsa edilebilecek bir târih kitâbıdır.
  6. Fezleke: Fezleket-üt-Tevârih’in devamı niteliğindedir. 1591’den 1654 tarihine kadar yaşanmış olayları anlatır. 1879’da iki cilt olarak basılmıştır.
  7. Kânûnnâme,
  8. Târîh-i Firengî Tercümesi,
  9. Târîh-i Kostantiniyye ve Kayâsire,
  10. İrşâd-ül-Hayâfâ ilâ Târîh-ul-Yunân ver-Rûm,
  11. Süllem-ül-Vusûl ilâ Tabakât-ilFuhûl,
  12. İhlâm-ül-Mukaddes,
  13. Tuhfet-ül-Ahfâr fil-Hikem ve’l-Emsâl ve’l-Eş’âr,
  14. Dürer-i Müntesira vel Gurer-i Münteşira,
  15. Düstûr-ül-Amel fî Islâhil-Hâlâl,
  16. Beydâvî Tefsîri Şerhi,
  17. Hüsn-ül-Hidâye,
  18. Resm-ür-Recm bis-Sim ve’l-Cîm,
  19. Câmi-ul-Mütûn min Cüll-il-Fünûn,
  20. Mîzân-ül-Hak fî İhtiyâr-il-Ehak.
Devamını Oku

Evliya Çelebi, Evliya Çelebi kimdir, Evliya Çelebinin hayatı

Evliya Çelebi
Evliya.jpg
Evliya Çelebi
Doğum 25 Mart 1611
İstanbul , Unkapanı
Ölüm 1683
Mısır
Etnik köken Türk

Evliya Çelebi (Osmanlı Türkçesi: اوليا چلبي)i, 17. yüzyılın önde gelen gezginlerindendir. Kırk yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve gördüklerini Seyahatnâme adlı eserinde toplamıştır.

Hayatı

25 Mart 1611'de İstanbul'un Unkapanı semtinde doğdu. Babası Derviş Mehmed Zilli, I. Süleyman’dan I. Ahmed’e kadarki padişahların kuyumcubaşılığında bulunmuş ve seferlere katılmıştır. Çelebi ailesi aslen Kütahyalı olup, fetihten sonra İstanbul'a yerleşmiştir.

Evliya Çelebi, çok iyi bir öğrenim gördü. Önce mahalle mektebine gitti. Daha sonra Şeyhülislam Hamit Efendi Medresesi'ne girdi. Burada yedi yıl okuduktan sonra saraya özgü bir okul olan Enderun'a devam etti.

Evliya Çelebi.jpg

Okul öğreniminin dışında özel hocalardan Kur'an-ı Kerim, Arapça, güzel yazı, musiki, beden eğitimi ve yabancı dil dersleri aldı. Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu.

Evliya Çelebi, öğrenimini bitirdikten sonra sarayda görev aldı. Yaptığı işlerle padişah ve devlet ileri gelenlerinin beğenisini kazandı. Bu yüzden çok yüksek görevlere getirilmesi düşünülüyordu.

Evliya Çelebi'nin düşünceleri ise çok farklıydı. Daha küçük yaşlarından itibaren içinde müthiş gezi arzusu vardı. Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak istiyordu. Bu yüzden sarayda fazla kalamadı. Kendisinin anlattığına göre bir rüya üzerine meşhur gezilerine başladı.

İlk gezisini, İstanbul ve çevresine yaptı. Daha sonra İstanbul dışına çıktı. Artık, gezileri birbirini izliyordu. Tam elli yıl boyunca durmadan gezdi. Gezdiği yerler arasında o zamanki Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan hemen hemen bütün yerler vardı.

Evliya Çelebi, bu gezileri sırasında çok ilginç yerler gördü. Yeni insanlarla tanıştı. Birçok olayla karşılaştı. Savaşlara katıldı.

Gezmek için gittiği son yer Mısır oldu. 1683 yılından sonra vefat etti.

Evliya Çelebi'nin bugün bile önemini taşıyan Seyahatnamesi işte bu gezilerin ürünüdür.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi

Bu gezilerinde önemli mektuplar götürmek ya da savaşa katılmak gibi çeşitli hizmetlerde bulundu. Anne tarafından akrabası ve VI. Murat'ın kızı İsmihan Sultan'la evli olan -daha sonra sadrazam- Melek Ahmet Paşa'nın maiyetinde Van'da başlayan devlet görevi süresince her zaman üst düzey kişilerle tanışmış ve birarada olmuştur. Osmanlının çeşitli iç isyanlarla karşılaştığı 17. ferize yy olaylarına ilişkin ilginç kişiliklerle tanışmış, ilginç olaylara tanık olmuştur. Avrupa'nın tıp, eğitim ve teknololojideki gelişimini imrenerek gözlemiş ve övmüştür. Gezdiği ülkelerin yeme içme alışkanlıkları, ekonomisi, giyim şekli, coğrafi durumu, dili, gelenek ve görenekleri hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Gördüklerini ve gözlemlerini Seyahatname eserinde tarih ve yer belirterek yazdı. Gerçekçi bir gözle izlenen olaylar, yalın ve duru, zaman zaman da fantastik bir anlatım içinde, halkın anlayacağı şekilde yazılmış, yine halkın anlayacağı deyimler çokça kullanılmıştır.

Evliya Çelebi, [Seyahatnâme]'sinde gezip gördüğü yerleri kendi üslûbu ile anlatmaktadır. Olaylara çoğu defa alaycı, bir tavırla yaklaşan Evliya Çelebi, bazen naklettiği olayları renklendirmek amacıyla okuyucunun ilgisini çekmek için aklın alamayacağı garip olaylara da yer vermiştir.

Evliya Çelebi'nin on ciltlik Seyahatnâme'si, bütün görmüş ve gezmiş olduğu memleketler hakkında oldukça önemli bilgiler içermektedir. Günümüzde unutulan Ankara civarında tiftik keçisi yünününden sof elde edilişi, Mudurnu'da iğne yapımcılığı gibi yörelere özgü ekonomik faaliyetler hakkında bilgiler aktarmaktadır. Türk Kültür tarihi ve gezi edebiyatı açısından önemli bir yere sahiptir. Eserde Anadolu’nun yanı sıra Kuzey Afrika, İran, Kafkaslar, Orta ve Kuzey Avrupa’dan da bahsedilir. 1630’da başlayan seyahati ölene kadar devam eder. Göreve yeni atanan padişahların kafileleriyle gezip, gördüğü yerleri anlatmıştır. Eserin üç yazması bulunmaktadır. Evliya Çelebi sadece gördüklerini değil değişik kaynaklardan edindiği bilgileri ve söylentileri de hikâye tekniğiyle dile getirir. Seyahatname yüzlerce hikâyeden oluşan bir antoloji gibidir. Yazar eserinde çağının konuşma dilini kullanır. Eserde sade abartılı ve konuşur gibi yazılan bir dil vardır. Eser yazıldığı dönemde fazla ilgi görmemiştir.

Seyahatnamede Evliya Çelebinin anlatımlarına göre bizzat pek çok savaşa ve çatışmaya katılmıştır. Hollanda ve İsveç ülkelerine yapılan ve Atlas okyanusu kıyılarına kadar ulaşan akınlara katılmış, Zorlu Kandiye savaşında bulunmuştur. Seyahatleri esnasında Pek çok kez zor durumda kalmış Karadeniz'de boğulmaktan kurtulmuş, öldürülme ve esaret gibi tehlikelerden ince zekası ile kurtulmayı başarmıştır. Hem Avrupa ülkelerinde hem İran ve Ortadoğu'da şahit olduğu günümüz insanının kabul sınırlarını zorlayan hikayeler anlatmıştırki; bu hikayelerin içerikleri günümüzde anlaşılmasada eski ilimler içerisinde okutulup öğretildikleri o tarihlerde yaşandıkları bazı kesimler tarafından hala öğrenildikleri muhakkaktır. Ancak bu bilgiler günümüzde genellikle kaybolmuş yada çok azı günümüze ulaşmıştır. Yine Evliya Çelebi Günümüz Rusyası coğrafyası içinde eski adı ile Deşt-i Kıpçak 'ta yaşayan Moğol Türklerinin Kuzey buz denizinde atlarının nallarına çiviler çaktırarak buz üstünde yaptıkları haftalar hatta aylarca süren bir seyahatten bahsederki çok ilginçtir.

Evliya Celebi.jpg

Evliya Çelebi gezdiği tüm ülkelere genellikle sevilen bir diplomat, temsilci veya elçilik görevlisi olarak gitmiştir, seyahatlarının çoğunluğunun sebebi bu türden resmi görevler ile Allah rızası için savaşma arzusundan veya seyahat etme sevgisinden kaynaklanmıştır.

Evliya çelebi, aynı zamanda tasavvuf dergahlarında son derece iyi bir eğitimden geçmiş bir sufidir. Tasavvuf erbabı insanlara çok büyük hürmeti olduğu anlaşılmaktadır. İlginçtir aynı durum Afrikalı Meşhur Müslüman seyyah İbni Battuta içinde geçerlidir. Evliya Çelebide ibni Batuta'ya benzer bir şekilde, gezip gördüğü yerlerde bilinen İslam Evliyalarını mutlaka ziyaret etme arzusunda olmuş ve ziyaret etmiştir. Ziyaret ettiği evliyalarla ilgili bilgiler vererek onlara ait hatıralardan bahsetmiş, dergahlara sıklıkla misafir olarak onların sohbetlerinde bulunmuş hatta vefat etmiş olanlarının bile isimlerinden, eserlerinden ve kerametlerinden bahsetmeyi ihmal etmemiştir.

Evliya çelebi, Tasavuf erbabı bir sofi, Yaşadığı dönemin dünyasını, farklı milletleri, tarihleri ve coğrafyaları ile bilen devrinin aydını, Osmanlı devletinin yapısını, yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel hayatını iyi bilen, yaşadığı devri gerçekten anlayan bilge bir kişiliktir. Nazik bir çelebi, yerine göre savaşmaktan kaçınmayan cesur bir asker, siyaseti ve diplomasiyi iyi kullanan ileri görüşlü bir devlet adamı ve hayatının her döneminde Allahın rızasını kazanma cehdinde bir müslüman kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Seyahatname; gezdiği ülkelerin coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğu tarihi, Balkanlar, Kafkasya, Orta Avrupa, Kırım, İran, Azerbaycan, Ortadoğu ülkelerinin tarihleri ve yaşayan halkları bakımından eşi bulunmaz bir kültür hazinesidir. Ne yazıkki daha çok yer gezdiği halde Avrupalı seyyah Marco Polo kadar ilgi görmemiştir.

Seyahat müjdesi

Anlatıldığına göre, 1630 yılında (10 Muharrem 1040-19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüyada; peygamberimiz Hz. Muhammed'in elini öperken heyecanlanarak "Şefaat yâ Resulallah" diyeceğine "Seyahat yâ Resulallah" diyen Evliya Çelebi'ye peygamber tarafından seyahat müjdelenmiş ve bu rüya üzerine elli yıl sürecek seyahatlerine başlamıştır. Rüyada kendisini gördüğü cami yani Ahi Çelebi Camii Yemiş İskelesi'ndedir. Bugünkü Galata Köprüsü'nün Eminönü ayağında sol taraftadır. Bu cami 2005 yılında restore edilmiştir.



Devamını Oku