Lise 1 9. sınıf Biyoloji dersi konu anlatımlar


İNORGANİK BİLEŞİKLER .


canlıların kendi vücutlarında sentezleyemeyip,dışarıdan hazır aldıkları bileşiklerdir.Hem canlı vücutunda hem de cansız ortamda bulunurlar.Küçük moleküllü olup,devamlı ve yeterince bulunması gerekir.Canlılar bu bileşiklere gereksinim duyar.Besin olarak kullanılan inorganik maddeler “mineraller ve su” sindirilemezler.Enerji vermezler.Bunlar düzenleyici maddelerdir.Karbon elementine sahip olmayan tüm moleküller İnorganik Bileşikler olarak adlandırılr.

1) SU
Dünya üzerindeki yaşamın tamamı suya bağlıdır.Tüm yaşayan dokuların %70-90’ı sudur.Yaşamı karakterize eden tüm tepkimeler su içeren ortamlarda yer alırlar.Su hayat için gerekli olan en önemli moleküldür.Bir insan,yiyeceksiz haftalarca yaşayabilir.Ancak,susuz sadece birkaç gün yaşayabilir.Vücut için gerekli olan su miktarı günlük çalışma durumumuza göre değişir.Günde ort.1.5-2.5 lt su almamamız gerekir.Yaşa göre vücut ağırlığının %40-%75’i sudur.Yaşlandıkça vücuttaki su oranı azalır.Bu su dışardan alındığı gibi,vücutta ara ürün olarak oluşur. Canlı organizmanın büyük bir kısmı su moleküllerinden oluşmuştur.Organizmaların yapısındaki su oranı %65-95 arasındadır.Bu oran,su bitkilerinde %98’e kadar yükselmektedir.Tohumlarda ise su oranı %15’den %5’e düşer.Bütün hücreler bir sulu çözeltide bulunur.Her türlü madde değişimin “doku sıvısı”denilen çözeltiyle sağlarlar.
• Su kimyasal tepkimelerde rol alan çok iyi bir çözücüdür.Bu sayede sindirime büyük ölçüde yardımcı olur.Su molekülünün belirgin bir polaritesi ve hidrojen bağı oluşturmak için büyük bir eğiliminin olması nedeniyle su,hem iyonik hem de iyonik olmayan maddelere karşı çok iyi bir çözücüdür.
• Su pek çok organizmanın vücudunda taşıyıcı ortam olarak görev yapar.Maddelerin vücutta bir bölgeden diğer bölgeye taşınması suyla sağlanır.Ayrıca,su besin maddelerini kan plazması olarak taşır.
• Su, metabolizma olaylarını hızlandırır.Enzimler ancak sulu bir ortamda çalışır.
• Idrardaki su boşaltıma,terleme olayı ile de dolaşıma yardımcıdır.Terleme olayında vücut ısısının fazlası dışarıya suyla atılır.Böylece vücut ısısı dengelenir.
• Su ,bitkilerde ‘fotosentez’ ana elemanı olarak bu canlılar için de çok büyük önem taşır.
• Ayrıca su, absorbe ettiği fazla ısı ile Dünya’mızın çevresel ısısını düzenler.Böylece hem çevresel ısı çok yükselmez ve saklandığı için ısı kaybolmaz.

2) MİNERALLER

• Sindirilmeden direk olarak kana alınırlar.Enzimlerin yapısına katılırlar.Vitaminlerle birlikte düzenleştirici olarak görev yaparlar.Vücudumuzda Cl ,P, S ve N elementlerinin asit bileşikleriyle Na, K, Ca, Mg, Fe, Mn ve Cu metallerinin baz özelliğindeki bileşiklerine rastlanmaktadır.
• Mineraller hücrede protein,karbonhidrat,yağ gibi,organik maddelere bağlı olarak bulundukları gibi hücrede tuz halinde de bulunabilirler.
• Minareller, vitamin-hormon-enzim v.b. moleküllerin yapısına katılır.70kg ağırlığındaki bir insanda ortalama 3 kg mineral tuzları vardır.
• Organizmanın yapısında az da olsa minerallere ihtiyaç vardır.
Mineraller kanın kanın osmotik basıncının ayarlanmasında ,kas kasılmasında,kanın pıhtılaşmasında, ve sinirlere uyarının iletilmesinde önemli role sahiptir.
• Minareller bazı enzimlerin yapılarına katılarak katalizör görevi yapar.
• İdrar,ter ve dışkı ile dışarı atıldığından mineral içeren besinlerin düzenli olarak vücüda alınması gereklidir.Yiyeceklerde bulunan ve mineral olarak adlandırılan bütün maddeler aslında tuzdur.Yeterli mineral içermeyen besin maddeleri ile beslenilirse,tuz atılması devam edeceğinden kas krampı gibi bazı bozukluklar görülür.Sıcak ortamlara maruz kalan insanlar daha fazla terledikleri için dışarıdan yeterince tuz almalıdır.
Sodyum ve klor bütün vücut sıvıları içinde iyon olarak bulunur.Ancak kan gibi hücre dışı sıvılar içindeki bu iyonların miktarı daha fazladır.Sodyum ve klor dokularda suyu tutarak vücudu su dengesini sağlar.Sodyum ve klor kas ve sinir sistemi işlevleri için gereklidir.Ancak bazı böbrek hastalıklarında,yüksek
• tansiyonu olan insanlarda suyun az alınması gerekir.Çok küçük çocukların böbrekleri fazla tuzu süzemediğinden fazla miktarda alınan tuzdan zarar görürler.
• Sodyumla birlikte vücut sıvılarında bulunan ve hücrelerin çalışmasını kontrol eden mineral potasyumdur.Vücutta hücre ara sıvısı ile hücre sıvısı arasında bir sodyum,potasyum oranı vardır.Sodyum gibi potasyumun da büyük bir kısmı,tüketilen besinlerden kolayca emilir.Fazlası böbreklerden atılır.İshal gibi,su kaybının fazla olduğu durumlarda potasyum kaybı da fazla olur.
• Vücutta en bol bulunan mineral kalsiyumdur.Kalsiyumun büyük bir kısmı fosforla birlikte kemiğin ve dişin yapısına katılır.Geri kalan kısmı kasların kasılmasında ,sinirlerde,kanın pıhtılaşmasında ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar.Vücuda alınan kalsiyumun bir kısmı emilir.Emilmeyen kısmı dışkı ile atılır.D vitamini kalsiyumun emilmesine etki eder.Vücuda fazla kalsiyum alınsa bile D vitamini yetersiz olursa kalsiyum bağırsaklarda emilemez.Küçük çocuklarda kalsiyum ve D vitamini yetersizliğine bağlı olarak’raşitizm’ denilen hastalık görülür.Yetişkin insanlarda potasyum kaybı ile ‘osteomalazi’ denilen kemik yumuşaması hastalığı ortaya çıkar.Vücutta en bol bulunan minerallarden biri de fosfordur.Fosfor kalsiyumla birlikte kalsiyum fosfat şeklinde kemiklerin ve dişin yapısına katılır.Fosfor ,nükleik asit,yağ,protein ve karbonhidrat gibi moleküllerin yapısına da katılır.Vücudun yapısına katılan minerallerden biri de demirdir.Vücudumuzdaki demirin yarıdan fazlası kana kırmızı rengini veren hemoglobinin içinde bulunur.Demir aynı zamanda kas proteinleri karaciğer,dalak ve kırmızı kemik iliğinde bulunur.Vücuda yeteri kadar demir alınmamamsı yada vücuttan atılan demir miktarının alınandan fazla olması durumunda demir yetersizliği başlar.Demir eksikliğinde,hemoglobin yapılamaz ve ‘kansızlık’(anemi) görülür.Demir bakımından zengin yiyeceklerle beslenmek sureti ile kansızlık önlenir.İyot, tiroid bezi hormonu olan tiroksinin yapısına katılır.Vücuda yeteri kadar iyot alınmazsa tiroid bezi iyi çalışamaz ve tiroksin hormonunu az salgılar.Tiroksinin az salgılanması tiroid bezinin büyümesine neden olur.Basit ‘guatr’ hastalığı denilen bu durum lahanayı çok tüketen insanlarda,bulunan bir madde tiroid bezinde iyot bağlanma tepkimesini engellemektedir.Sülfatlar kaslarda bulunur ve proteinlerin yapısına katılır.Flüor dişlerin yapısına katılır.Flüorün azlığı dişlerin çürümesine,fazlalığı dişlerin sararmasına yol açar.Bakır bazı enzimlerin yapısına katılır.

Yani kısaca ;

• Vücut içindeki birçok enzimin ve hemoglobin gibi moleküllerin yapısını oluştururlar.Bunlar,demir,fosfor gibi elementlerdir.

• Kemiklerin ve dişlerin normal olarak gelişmesini sağlarlar.Bunlar için gerekli olan madensel maddeler, kalsiyum, fosfor,magnezyumdur.

• Vücut ve hücre sıvısının osmotik basıncını düzenlerler.Bunlardan hücre içi sıvıda sodyum,klor,hücre dışı sıvıda potasyum,magnezyum,fosfor bulunur.

• Sinirsel uyarı iletiminde ,kas kasılmasında ,Kanın pıhtılaşmasında rol alırlar.

3) ASİT - BAZ - TUZLAR

a.) Asitler

Su içersinde çözündüğünde H+(hidrojen) iyonu veren bütün bileşikler asit özelliğindedir.
Asitler turnusol kağıdının rengini maviden kırmızıya dönüştürür.
Asitlerin tatları ekşidir.Ama kuvvetli olanlar tadılamaz.Yapılarında karbon içeren asitlerin çoğu organik asittir.
Laktik asit (CH3-CHOH-COOH) ; organik asite, hidroklorik asit(HCI) ise inorganik asite örnek verilebilir.
Ayrıca asitler ayıraç olarak kullanılır.(=Nitrik asit protein ayıracı olarak kullanılır.)

Protein + derişik nitrik asit(HNO3) >>>> ısı >>> sarı renk oluşur


b.) Bazlar

Suda çözündüğü zaman hidroksil iyonu (OH-) veren bileşikler bazik özellik gösterir.
Bazlar turnusol kağıdının rengini kırmızıdan maviye dönüştürür.
Yapılarında genellikle karbon,azot bulunduran bazlar organik bazlardır.Metilamin (CH3NH2) organik baza;sodyum hidroksit(NaOH),potasyum hidroksit (koh) gibi bazlar ise inorganik bazlara örnek verilebilir.
Tadları acıdır.

Ba(OH)2,KOH,Ca(OH)2,NaOH gibi bazlar solunum ve fermantasyon deneylerinde CO2 tutucu özelliklerinden dolayı ayıraç olarak kullanılır.Bunlar aynı zamanda nem tutucu olarak da kullanılır.

Asit – Baz Dengesi

Ortamın hidrojen iyon yoğunluğunun negatif (-) logaritması asitliğin ,hidroksil iyon yoğunluğunun (-) logaritması ise bazikliğin derecesini verir. H+ iyonu arttıkça ortam asidiktir ve pH 0 ile 7 arasında bir değer gösterir.OH- iyonu arttıkça ortam baziktir ve pH 7 ile 14 arasında bir değer gösterir.H+ iyonu ve OH- iyonları eşit miktarda ise ortam nötrdür ve pH’7 dir.
PH değeri organizma için çok önemlidir.Biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için pH’ın belirli bir düzeyde tutulması gerekir.pH’daki çok az bir değişiklik bile biyokimyasal tepkimeleri olumsuz etkiler.Bu nedenle pH değerinin sabit kalması gerekir.İnsan kanının pH’ı 7,4’e eşittir.İnsan kanının p H’I 7’ye düşerse ya da 7,8’in üstüne çıkarsa ölüm olayı meydana gelir.Bazı bakteri ve mantarlar asidik ortamlarda yaşayabilir,fakat bazik ortamlarda yaşayamazlar.

c.) Tuzlar
Asitlerle bazlar karıştığında asitin H+ iyonu ile bazın OH- iyonu birleşir.Bu birleşim sırasında bir molekül su açığa çıkar ve tuz meydana gelir.

HCI + NaOH =H20+ NaCL

Hidroklorik asit + sodyum hidroksit(baz) = su + sodyum klorür (tuz)

Hücrenin içinde ve hücrelerin arasında çeşitli mineral tuzları vardır.Bunlar içinde en önemlileri sodyum,potasyum,magnezyum ve kalsiyum tuzlarıdır.

Yaşamın temeli, besinlerin vücuda alınması, sindirilerek hücrelere taşınması ve oksijen ile yakılarak enerjiye çevrilmesi, bir yandan da yıpranan hücrelerin yenilenmesine dayanır. Enerji ihtiyacı karbonhidrat, yağ ve proteinlerden sağlanmaktadır.Alınan günlük enerjinin %55-70'i karbonhidratlardan %25-30'u yağlardan, % 10-20'si proteinlerden sağlanmalıdır. Enerji ihtiyacı yaş, cins, vücut bileşimi gibi etmenlere bağlı olarak bireysel farklılıklar gösterir. Karbonhidratlar Besinlerdeki karbonhidratlar enerjiye kolay çevrilebilen kaynaklardır. Vücudun % 15'i karbonhidrat olduğundan, vücutta çok miktarda depolanmaz. Nişasta ve bütün şeker çeşitleri sindirilmeleri sırasında basit şekerler olan glikoza dönüşür. Bu basit şekerlere kan şekeri de denir. Glikoz, bedenin hücrelerince kullanılacak enerjiyi sağlar. Aslında vücudumuzun tüm hücrelerinin öncelikli yakıtı karbonhidratlardır.Karbonhidratlar, vücudun hali hazır ihtiyacından daha fazla enerji elde etmek için alındığında, eğer glikojen depoları dolmuşsa, diyetle alınan karbonhidratların fazlası yağlara dönüşerek vücutta depolanır. Kaslarda depolanan glikojen miktarı, besinlerle bol miktarda karbonhidrat alınmasına bağlıdır. Ne kadar çok karbonhidrat yenirse kaslarda o kadar çok glikojen depolanır. Karbonhidratlar, bitkilerde nişasta; hayvan, mantar ver insanlarda glikojen şeklinde depolanır. Glikojen de nişasta molekülü gibi binlerce glikoz molekülünün birbirine bağlanması ile meydana gelen polisakkarittir. Kanda glikoz miktarı normal seviyenin üstünde olursa kas ve karaciğerlerde glikojen şeklinde depo edilir. Glikoz seviyesinin azalması durumunda da depo edilen glikojenden kana glikoz verilir.. Çalışan kasların temel yakıtı, vücuttaki karbonhidrat depoları (kas ve karaciğer depolanan glikojen) olduğu için karbonhidratlı zengin diyet, sporcu beslenmesindeki en önemli ilkeledir. Fakat aşırı alınması sonucu bazı yan etkileri vardır. Örneğin; yağa dönüşümü, iştahı kesmesi, diş çürümesi ve bunun gibi bir çok yan etkisi olup dengeli bir şekilde alınmalıdır. Proteinler Canlılarda en çok bulunan organik moleküllerden olan proteinler, hücrelerde yapı ve metabolik faaliyetlerde rol oynarlar.Proteinler zorunlu durumlar hariç, enerji kaynağı olarak kullanılmazlar.Günlük büyümenin sürdürülmesinde, vücudun normal fonksiyonun desteklenmesinde ve tüm vücut dokularının onarılmasında proteinlere ihtiyaç duyulur. Vücut doku ya da organlarının arasında kaslar, deri, karaciğer, böbrek, gözler, beyin, sinir sistemi, kan, beden sıvıları, kemik, dişler, kıkırdak, diğer yapısal dokular kısaca tüm vücut söz konusu olmaktadır. Ayrıca proteinler, beden fonksiyonlarının, sinir kas çalışmasının koordinatörü olan hormonlar ve enzimler içinde gereklidir.Besinlerdeki protein, vücuttaki aminoasitlerin kaynağıdır. Hayvansal kaynaklı besinler (Et, balık, tavuk, yumurta, süt, peynir) sporcuya bütün potansiyel aminoasitleri (vücudun sentezle yemediği ve besinlerde dışarıdan alınması zorunlu aminoasitler) temin ederler. Alınan proteinin fazlası yağa dönüştürülür. Yağlar Canlıların temel besinleri arasında bulunan yağlar canlının yapısına katılmakla beraber hücrede yüksek enerjili besin kaynağı olarak da kullanılır. Karbonhidratlar, yağlar ve proteinler vücut için enerji (kalori) sağlayabilen besin yapılarıdır. Yağlar besinler arasında enerjisi en yüksek olanıdır. Diğer bir deyişle, karbonhidratlara veya proteinlere kıyasla, iki kat daha fazla enerji verirler. Karbonhidratlar ve yağlar birinci dereceden enerji kaynaklarıdır. Dinlenme sırasında ve hafif hareketlerde vücut, yağı ve karbonhidratı yaklaşık eşit oranlarda, enerji için kullanır. Ø Hücrelerde tamamen yandığı zaman veya yükseltgendiğinde, protein ve karbonhidratların verdiği enerjinin iki katını verir. Ø Canlılar fazla enerjiyi yağ dokularında depo ederek, ihtiyaç olduğunda ikincil enerji kaynağı olarak kullanırlar. Örneğin kış uykusuna yatan hayvanlar yazın depoladığı yağı uzun kış sezonu boyunca enerji ve su kaynağı olarak kullanırlar. Ø Ayrıca yağlar genellikle kutuplarda yaşayan hayvanlarda deri altına depolanarak ısı kaybını engeller ve bu canlıları mekanik etkilerden korur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder